Yemeğin psikolojisine dikkat!.
Yemek yemezsek yaşayamayız ama her yemek aynı değil. Yemekten yemeğe, yiyenden yiyene, yaştan yaşa çok fark var…
YEMEK yerken ağız tadında, sindirimde, metabolizmada, psikolojinizin büyük oranda rol oynadığını hiç düşünmüş müydünüz? Hiç birimiz, yiyecekleri içecekleri aynı gözle görmüyoruz. 1920-1933 arası ABD’de uygulanan içki yasağı sırasında kaçakçılık yapan mafya lideri Al Capone, “Ben içki sattığımda kaçakçılık oluyor. Ama bu içkiler, gümüş tepsilerde kristal bardaklarda ikram edildiğinde misafirperverlik oluyor” diye şikayet etmiş, insanların yiyecek/içeceğe farklı baktığını vurgulamak istemişti.
“İNSANI İNSAN YAPAN…”
Dünyada beslenme psikolojisi alanında önder kuruluşlardan “Institute for the Psychology of Eating” adlı okulun kurucusu ve hocası Marc David’in yaklaşımı ise şöyle:
“İnsanı insan yapan; vitaminler, mineraller ve moleküller değildir. Yemektir. Hepimiz yemek yiyoruz. Ama yediklerimiz psikolojimize uygun olarak farklı yapılar oluşturuyor. 1207-1273 yılları arasında yaşamış olan Mevlana Celaleddin-i Rumi, Aç ve tok insanın, bir somun ekmeğe bakışı farklıdır’ derken yaklaşık 750 yıl önce yemeğin psikolojine dikkat çekmişti.
Masada bir tavuk, bir makarna ve bir salata tabağı olduğunu düşünün. Kadınlar, kalori ve yağ hesabı yaparak makarnadan uzak duracaklardır. Kaslarının güçlenmesini isteyen atlet, masada protein ararken, bir vejetaryen, ölü bir tavuk görerek, makama ve salata dahil hiçbir şeye dokunmayacak, bir tavuk çiftliği sahibi, tavuğu tercih edecek, bir bilim adamı ise bu yiyeceklerdeki kimyasal maddeleri düşünecektir. Yiyecekler hakkmdaki düşünce ve duygular, yiyeceklerin besin değeri kadar önemlidir. Kulağa inanılmaz gibi geliyor ama bakın bu konuda bilim nasıl işliyor?
Beyin, sindirim organları ve sinir sistemi, bir telefon gibi çalışır. Birbirleriyle sürekli bağlantı içindedirler. Sindirilen yiyecekle ilgili bilgiler, elektrokimyasal olarak beyine ulaşır. Beyinde kişinin açlık ve susuzluk seviyesi, vücut ısısı, kalp atışı, kan basıncı ve cinsiyet gibi bilgiler de değerlendirilir.
Çok sevdiğiniz bir külah dondurmayı yalıyor ya da bir parça çikolatayı ağzınızda eritiyor olabilirsiniz. Bunu yaparken beyin, hemen tükürük bezleri, yemek borusu, mide, bağırsaklar, karaciğer ve pankreasla iletişime geçer ve olumlu sinyaller alırsa, alman kalorilerin daha etkili bir biçimde yakılmasını sağlar. Çünkü bundan zevk alıyorsunuz. Eğer bir misafirlikte bunları, ev sahibini kırmamak adına zorla yemek durumundaysanız ya da yediklerinizden dolayı suçluluk hissediyorsanız, beyin olumsuz sinyaller alacak, sindirim daha uzun ve eksik olacaktır. Bu kadarla da kalmayacak, kanda sindirilmeden dolaşan artıklar, bakteri ve toksik maddeler oluşmasına neden olacaktır.
işte ‘Ne kadar yesem de sırım gibiyim’ diyenlerle ‘Su içsem yarıyor’ diye şikayet edenlerin psikolojisi budur. Bir başka örnekle bu psikolojiyi daha iyi açıklamış oluruz. Sessiz bir odada tek başına oturuyorsunuz. Yıllar önce birinden gördüğünüz kötülüğü hatırlıyor, onun üzerinde uzun uzun düşünüyorsunuz. Belki hayali intikam planları yapıyorsunuz. Kendi kendinize sinirleniyorsunuz.
Vücudunuz hemen fizyolojik stres konumuna geçer, kalp atışınız artar, tansiyonunuz yükselir. Sindirim sisteminiz olumsuz etkilenir. Yemekte de durum aynıdır.
Kısacası, yedikleriniz hakkında suçluluk duymak, vücudunuzdan utanmak, sağlığınız hakkında kötü yorumlar yapmak, beyinden sinir sistemine olumsuz sinyaller yayılmasını tetikliyor. Dünyanın en sağlıklı yiyeceğini yiyor olabilirsiniz, fakat zehirli düşünceler içindeyseniz beyninizden sinir ve sindirim sistemlerine kadar her ağın, size zarar verecek derecede olumsuz çalıştığını da bilmelisiniz.
Tabaktaki “plasebo” etkisini (telkine dayalı etki) de unutmamak gerek. Bu etki için en gözde örneğim şöyle: 1983’te bir grup tıp bilim adamı, ABD’de bir kemote-rapi deneyi gerçekleştirdi. Bir grup kanser hastasına gerçek ilaçlar, diğer gruba, hiçbir yararı ya da zararı olmayan sahte ilaçlar verildi.
Bilindiği gibi kemoterapide hastanın saçları dökülüyor. Gerçek ilaç alanlar, bir süre sonra saçlarını kaybettiler. Ama pla-sebo (sahte ilaç) alanların da saçları döküldü. Çünkü onlar da saçlarının döküleceği beklentisindeydiler. Beyinleri, bu beklentiye cevap verdi. Beslenmede de durum farklı değildir. ‘Bu pasta beni şişmanlatır’ derseniz, şişmanlarsınız. ‘Bu pasta çok lezzetli. Kalorilerini de kısa sürede yakarım’ diyorsanız, o pastanın size zararı olmayacaktır.
Elbette ki sizlere, zararlı şeyler yemenizi tavsiye etmiyorum. Ama arada sırada yapacağınız kaçamakların zararını, psikolojinizle ortadan kaldırabilirsiniz. Kendinizi sofraya, daha mutlu ve daha gevşemiş bir şekilde oturtmaya hazır mısınız?”
Sağlıklı beslenmenin anahtarları
■ Öğün atlamayın
■ Beslenme alışkanlıklarınızı değiştirmeye çalışmayın
■ Gece yemek yemeyin
■ Canınız sıkıldığında yemek yerine egzersiz yapın
■ Televizyon seyrederken, çalışırken, araç sürerken bir şeyler yemeyin
■ Evde yemek yediğiniz masayı değiştirmeyin
■ Tabağınızdaki porsiyonların ölçüsüne dikkat edin
■ Hiçbir yiyeceği kendinize yasaklamayın
■ Her gün tartılıp moralinizi bozmayın (sağlıklı zayıflama birdenbire olmaz]
■ Sağlıklı yiyecekler seçin [biraz pahalı olsalar da).
İnsan ve yiyecek ilişkisi üzerine
■ Amerikalıların yiyecekle korkunç bir ilişkisi vardır. Fransızlar, Belçikalılar, İtalyanlar ve Japonlar, yemek yemekten zevk alırken Amerikalılar, sağlıklı olsun olmasın, yiyeceklere karşı adeta takıntı derecesinde düşkündür.
■ Ne zaman doyduğunuzu asla bilemezsiniz. Yapılan bir deneyde bir kişiye, masanın altından gizlice doldurulan bir kase çorba verilmiş, kişi üç kaselik çorba içtiği halde doygunluk hissetmemiştir. Bunun sebebi, gözlerin aldatılmış olmasıdır.
■ Tek başınıza yemek ile bir arkadaş grubuyla yemek çok farklıdır. Arkadaş grubuyla, ya da eşinizle, sevgiliyle, eski sevgiliyle bile olsa yemek yemenin kişide çok güçlü duygular oluşturduğu bilinmektedir. Onun için yalnız yemek yememeye çalışın.
■ İnsanların yaşlandıkça tat alma duyulan zayıflar. Tuzun tadını almak için yemeğe normalden iki veya dokuz kat daha fazla tuz koyma ihtiyacı duyarlar. Tansiyonlarının yükselmesinin sebebi de budur. Tat alma duyusu, şeker ve ekşilerde de azalır. Yemeklerin tadını alamamalarının sebeplerinden biri, koku alma duyusunun da zayıflamış olmasıdır. Yemeğin tadının bir bölümü de kokudan kaynaklanır.
■ Bir restorana gittiniz. Siparişleri alacak garson, masanıza geliyor. Ama o da ne? Garson şişman. Garsonu görüp, salata mı sipariş edersiniz? Yoksa “0, bu kadar yiyebiliyorsa ben de yerim” düşüncesiyle kebap mı söylersiniz? Araştırmalar, ikinci tercihin daha yaygın olduğunu söylüyor. Zayıf garson, size yağsız, hafif yemekler ısmarlatır.
■ Erkekler, bir arkadaş grubuyla yemek yiyorsa dikkatli olmalı. Arkadaşlarınız çok yiyorsa siz de çok yersiniz. Ya da tersi… Ama kadınlarda böyle bir etkileşim yok.
■ Yarın ne yiyeceğinize nasıl karar verirsiniz? Bunda niyetleriniz mi, tercihleriniz mi, yeni başladığınız perhiz mi yoksa buzdolabınızda ne varsa o mu etkili olur? Kendinize dert etmeyin. Önceki günler ne yediğinize bakın. Yarın da büyük bir ihtimalle önceki günlerde yediklerinizi yiyeceksiniz.
■ Sağlıklı yiyeceklerin sizin aleyhinize çalıştığını öğrenmek sizi şaşırtır mıydı? Evet. İnsanlar, önlerine konan sağlıklı yiyecekleri daha çok yeme eğilimindedir. Üzerinde “sağlıklı” yazan yiyecek paketlerini, hiçbir şey yazmayan paketlere oranla yüzde 35 daha fazla tüketiyoruz.
■ Somon balığının, haftada en az bir kere yenmesi gereken sağlıklı bir besin olduğunu biliyoruz. Fakat somonlu dondurma ya da somonlu donmuş mus olsa yer miydiniz? Deneklerin çoğu, dondurma yerine musu tercih etti. Halbuki ikisi de aynı derecede faydasız.
■ Kötü bir ruh hali içindeyseniz, sağlıklı yemek yemeniz imkansızdır. Kötü duygularınız, yemekte de kötü tercihler yapmanıza neden olur. Fakat iyi gününüzdeyseniz de bu sizin, iyi beslenmeniz anlamına gelmiyor. Kendinizi iyi hissettiğinizde daha fazla yiyorsunuz.
■ Unutmayın ki, düzenli ve sağlıklı beslenme, yarın kendinizi iyi hissetmenizi sağlar. Ve bu, zincirleme devam eder.