Üzümün Faydaları ve Zararlarını Merak Edenler İçin
Kırmızı şarap içmenin Alzheimer’i önleyebileceğine dair henüz başlangıç seviyesinde olan bazı ilgi çekici kanıtlar da bulunmaktadır. “Başlangıç seviyesi” burada anahtar sözcüktür ama kabul etmeliyiz ki bütün belirgin bulgular bu tür araştırmalardan yola çıkılarak elde edilir. New York’taki Mount Sinai Tıp Okulundan Dr Jun Wang, beta amiloyit adlı proteinden yüksek seviyede üretilmesi için özellikle beslenen farelerle çalıştı. Bu protein, beyinde toplanabilir ve Alzheimer hastalığına neden olabilir. Dr Wang farelere, bir insanın bir günde içeceği birkaç kadehe eşit miktarda kırmızı şarabı da içeren bir beslenme düzeni uyguladığında müthiş bir şey buldu. Fareler, şarap yerine alkol alan bir kontrol grubuna oranla labirentleri çok daha iyi çözebiliyordu. Deneyin ardından farelerin beyinleri incelendi, şarap grubundakilerin beyinlerinde çok daha az beta amiloyit tortusu vardı. Dr Wang ayrıca beta amiloyit proteinini bir deney tüpünde kırmızı şarapla karıştırdı ve proteinin yapısının beyinde birikmesini engelleyecek şekilde değiştiğini keşfetti.
Resveratrolü araştırmak kesinlikle umut vaat edici ancak hiç içmeyen insanlara şarap içmelerini önermeye yetecek kadar kanıt yok elimizde. Ve bazı riskler var. Günde yalnızca birkaç kadeh şarap içmenin meme ve ağız kanseriyle bağlantısı kuruldu. Alkol aliminin yükselmesinin aynı zamanda toplumsal sonuçları da var.
“Fransız Paradoksu’na geri dönecek olursak, Fransızlar’ın neden daha ince olduğu ve kalp hastalıklarına sahip olma olasılıklarının neden daha düşük olduğu sorularının yanıtı ne içtiklerinde, ne yediklerinde -ya da ne yemediklerinde- yatıyor olabilir. Fransızlar, Kuzey Amerikalılar’m çoğunluğundan daha az kalori alır ve Amerikalılar’da obezite oranı yüzde 33’ken Fransızlar’da yüzde 7’dir.
2003’te Pennsylvania Üniversitesinden Dr Paul Rozin ve çalışma arkadaşları, Paris’te ve Philadelphia’da yaşayan ve yemek yiyen 11 benzer çiftin porsiyonlarını ölçerek Fransızlarla ABD’lilerin porsiyon büyüklüklerini karşılaştırdı. Bunlar, pizzacılardan, fast food restoranlarına ve etnik restoranlara kadar her çeşidi kapsıyordu. Paris restoranlarında ortalama porsiyon büyüklüğü 277 gram, Philly’de ise 346 gramdı -yüzde 25 fark. Amerika’daki Çin yemekleri, Paris’teki Çin lokantalarında servis edilenlere göre yüzde 72 daha ağırdı. Rozin, paketlenmiş yiyeceklerin porsiyonlarının da ABD’de daha büyük olduğunu buldu. Amerika’daki bir şekerleme yüzde 41 daha geniş, sosisli sandviç yüzde 63 daha büyük, hatta yoğurt porsiyonları bile daha fazlaydı.
Bir başka bulgu daha… Fransızlar yemeklerini çabucak mideye indirmiyor, acele etmeden yiyorlar. McDonald’s gibi fast food restoranlarında bile hamburgerleriyle patates kızartmalarını yemeleri daha uzun sürüyor. Amerikalılar fast food’larınm “tadını çıkarmak” için 14 dakika harcarken Fransızlar 22 dakika boyunca oyalanıyor. Fransızlar çalışma masalarında ya da ayaküstü yemek yemiyorlar. Toplamda ortalama bir Amerikalı günde bir saatini yemek yemeye ayırırken bir Fransız 100 dakika kadar yemek yiyor. Anlaşılan Fran-sızlar daha az yiyip yemeklerinin tadını daha çok çıkarıyorlar.
Fransız şarap üreticileri, “Fransız Paradoksu’nu kırmızı şaraptaki anti-oksidanlara bağlamayı tercih ediyorlar ve aynı özelliklere sahip bir beyaz şarap da ürettiler. Montpelier Üniversitesi’ndeki şarap uzmanları “Paradoxe Blanc” adıyla kırmızı şarapla aynı antioksidan potansiyeline sahip bir char-donnay yaptı. Üzümler kabukları ve çekirdekleriyle birlikte işlenip fermen-tasyon ısısı yükseltilirse şarabın içindeki polifenolün büyük ölçüde artacağını ortaya çıkardılar.
Bunun da ötesinde, aynı bilimadamları chardonnay’nin kandaki antioksidan kapasitesi üzerinde gerçekten etkili olduğunu kanıtlamayı başardı. Farelerin pankreasındaki insülin üreten hücreleri yok ederek hayvanların diyabetik olmalarım sağladılar çünkü diyabetin kandaki antioksidan kapasitesini azalttığı biliniyor. Daha sonra hayvanlara altı hafta boyunca yeni chardonnay’den verdiler ve antioksidan kapasitesinin düzeldiğini ortaya çıkardılar. Böylece beyaz şarabı kırmızıya tercih edenler Paradoxe Blanc’ı arayıp bulmak zorunda. Tabii ki asıl çelişki kırmızı ya da beyaz şaraptan daha çok antioksidan içermesine rağmen neden insanların daha çok meyve ve sebze yemediğinde yatıyor!
Fransız Paradoksunda kırmızı şarabın rolü belirsizken bu sözde bağlantı, verimli olması muhtemel başka araştırma dallarını doğurdu. New York’taki Stony Brook Üniversitesinden Dr Joseph Anderson zamanının çoğunu insanların bağırsaklarında kanser ve kansere yol açan polipleri araştıran bir kolonoskopa bakarak geçiriyor. Alkol tüketiminin kolorektal kanserin oluşumunda yan etken olduğundan şüphelenildiği için Anderson hastalarını alkol alışkanlıklarına göre incelemeye karar verdi. Günde bir taneden fazla bira ya da damıtılmış alkol içen tüketicilerin, daha az içen ya da hiç içmeyenlere göre kolorektal tümöre daha meyilli olduğunu ortaya çıkardı. Ancak kırmızı şarap içenler hastalıktan korunuyormuş gibi görünüyor. Haftada en az üç kadeh kırmızı şarap içenlerde kanserli ya da kansere dönüşme olasılığı olan lezyonlara sahip olma oranı yüzde 3’ken, hiç alkol almayanlarda bu oran yüzde 10’a çıktı. Beyaz şarabın hiçbir yararı kaydedilmedi. Anderson kırmızı şarapta beyazdan daha fazla bulunan resveratrolün sorumlu olduğunu düşünüyor.
Bu olasılıkla ilgili bazı teorik gerekçelendirmeler var gibi görünüyor. Pros-taglandinler, vücutta üretilen ve çoklu fonksiyonlara sahip olan bileşiklerdir ancak bazıları bağışıklık sistemini baskılayabilir, hatta tümör hücrelerinin büyümesini tetikleyebilir. Resveratrolün, araşidonik asitin (bir besin bileşeni) sorun çıkaran prostaglandine dönüşmesini katalize eden siklooksijenaz-2 enzimini bloke ettiği kanıtlanmıştır. Farklı deneylerde resveratrolün zarar verme potansiyeli olan serbest radikallerin temizleyicisi olduğu gösterilmiştir. Yine de kırmızı şarabın içinde antioksidan etkisinin tümüne katkı sağlayan başka bir sürü polifenolün de olabileceğini göz önünde bulundurursak resveratrol bağlantısı fazla basit kalabilir.
Seattle’daki Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezinden Dr Janet Stanford, resveratrolün kilit bileşen olabileceği görüşünü paylaşıyor. Stan-ford, yakın zamanda prostat kanseri teşhisi konan 750 erkekle benzer bir grup sağlıklı erkeğin alkol tüketimini inceledi. Haftada en az dört kadeh kırmızı şarap içmekle riskin yüzde 50 oranında düşmesi arasında bir bağlantı vardı. Stanford, resveratrolün vücudu serbest radikallerden kurtarma becerisinin, antiinflamatuvar etkisinin ve hücre büyümesini yavaşlatma eğiliminin oynadığı koruyucu rolünün bir parçası olduğu varsayımında bulunuyor.
Serbest radikaller, inme sonrası meydana gelen nörolojik hasardan da sorumlu olduğu için Dr Sylvain Dore ve Johns Hopkins Üniversitesindeki çalışma arkadaşları resveratrolün bu hasarı önleme potansiyelini araştırdılar. Farelere tedaviden önce ağızdan resveratrol verilmesinin sonucunda indüklenmiş inme tarafından hasara uğrayan beyin bölgesi yüzde 40 oranında küçüldü. Dore, korumaya dâhil olan özel mekanizmayı, yani sinir hücrelerini serbest radikal hasarlarına karşı savunan bir enzim olan hem oksijenazın seviyesinin artışını açığa çıkarmayı bile başardı. Bu fare deneyini temel alan Dore, günde birkaç kadeh kırmızı şarabın insanlarda inmeden kaynaklanan hasara karşı önleyici bir etki yaratacağım düşünüyor. Ancak bu yalnızca bir tahmin, tıpkı kırmızı şarap hakkında söylenen hemen hemen her şey gibi.
“Fransız Paradoksuna geri dönelim. Aslında böyle bir şey olmayabilir de. Bazı araştırmacılar Fransızlar’da ölüme nelerin neden olduğunu açıklamak için farklı kriterler kullanıyor ve Kuzey Amerika’da “kalp hastalığı” olarak tanımlanacak bazı vakalar Fransa’da her zaman bu şekilde değerlendirilmiyor. Her halükarda Fransa’da kalp krizi riskinin düşürülme oranı tartışılabilirken güvenilir istatistiklerden çıkardığımız bir sonuç var: Fransa’da ortalama yaşam süresi Kuzey Amerika’dakiyle hemen hemen aynı. Fransızlar daha uzun yaşamıyor, yalnızca farklı bir yoldan dışarı çıkıyor.