Tutkulu cinsel hayatın püf noktaları
Siz de“Seks hayatımız çok rutin, artık partnerimi arzulamıyorum” gibi bahanelerle cinsellikten kaçınanlardan mısınız? Bu sözleri bir kenara bırakıp, ilkgünkü gibi tutkuyla sevişmek için partnerinizi neden sevdiğinizi kendinize hatırlatın.
Uzun yıllar birlikte olan çiftlerin en önemli sıkıntılarından biri de cinsel yaşamlarının ilk günkü coşkusunu kaybetmesi! Oysa zaman içinde gerek insanlar gerekse ilişki dinamikleri değişse de cinsel anlamda tutkuyu ve arzuyu kaybetmemek çiftin elinde. Psikiyatrist-Psikoterapist Uz. Dr. Sevilay Zorlu, evliliği bir maratona benzetip bu süreçte zorlu dönemeçler olmasının kaçınılmazlığından söz ederek, “En ufak bir çatışmada pes etmek, ileride geriye dönüp baktığınızda ‘keşke’lerle dolu hayat yaşamaya neden olabiliyor. Sağlıklı ilişkiler sürdürebilmenin zorlukları karşısında sevgi ve saygıyı yitirmeden, emek vermeye devam etmek önem taşıyor. Ayrıca kişilerin birbirlerine karşı sorumlu davranması, herkesin bir mahremiyeti ve belli başlı değerleri olduğunun unutulmaması gerekiyor” diyor.
Uzun süren birlikteliklerde tutkulu cinsel hayatın püf noktalarına dair sorularımızın yanıtlarını Uz. Dr. Zorlu’dan öğrendik.
ÖZELLİKLE İLERİ YAŞTAKİ, UZUN YILLARDIR EVLİ OLAN KADINLAR CİNSEL HAYATLARINI TANIMLARKEN SIKLIKLA “KARDEŞ GİBİ OLDUK” BENZETMESİNİ YAPIYOR. BU DURUM TOPLUMUN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU İÇİN GEÇERLİ Mİ?
Toplumumuzda kadınların cinsel olarak yavaşlaması, erkekleri geri çevirmesi keşke yalnız 50-60 yaşından sonra başlasa! Bekaretin önemli olduğu kültürümüzde kadın; cinselliği ertelemeyi, değecek ve doğru kişiyi beklemeyi beynine öğretiyor. Evlenince bir gecede her şey serbest olduğunda ise ne yazık ki beyin kendini serbest bırakamadığı için korku, kasılma, itme, ağlama gibi reaksiyonlar sıkça görülüyor. Toplumumuzun yüzde 54’ü ilk gece cinsel ilişkiye girmekte zorlanıyor. Bu durum kendi kadınlarda yüzde 51,2, taşrada ise yüzde 60,8 oranında görülüyor. Eğitim durumu 4üştükçe, bu sorunu yaşayan kadınların sayısında artışa rastlanıyor. Günümüzde 20 yıllık evli olup cinsel ilişkiye giremeyen ve bugüne kadar durumdan çok şikayetçi olmadan evliliklerini sürdürebilen çifdere dahi rastianabiliyor. Bu kişiler tam bir cinsel birleşme yaşamamaya alışıyor. Cinsellikle ilgili yeterli bilgi sahibi olmayan, konuşamayan kadınlar ve erkekler; sessizlik hatta korkutucu ilk gece hikayeleriyle dolu büyüyor. Evliliklerinde de duvarlarla karşılaşıyorlar. Başlangıçta bu sorunları yaşarken, zamanla eş rolüne, anne-baba rolü de ekleniyor. İlerleyen yaşlarda toplumsal rollerdeki değişikliklerle “Çocuklarımız büyüdü, torunlar oldu, unumuzu eledik eleğimizi astık, artık bizden geçti, kardeş gibi olduk…” diyen çifder ne yazık ki sıkça görülebiliyor. Oysa cinsel işlev bozuklukları ile ilgili yapılan çalışmalar, düzenli cinsel yaşamı olan çifderin ileri yaşlarda cinsel sorunlarla daha az karşılaştığını gösteriyor.
PEKİ BUNUN TEMELİNDE BELLİ BİR SÜRE SONRA BİRLİKTELİKLERDE ARZU, İSTEK VE CİNSEL ÇEKİMİN AZALMASI YATABİLİR MI?
Öncelikle cinsellik çifte özel oluyor, her çiftin ilişkisi tıpkı parmak izi gibi. Bireysel geçmişleri, yaşadıkları, her birinin yetiştiği aile ortamı, rol modelleri ve olaylar karşısında verdikleri tepkiler çok farklı. Genç, yeni evli bir çiftin, yıllar sonra çocuklu, orta yaşlı olarak aynı yaşam biçimini sürdürmesi de pek olağan değil. Arzu, istek ve cinsel çekimde azalmanın en önemli nedeni aslında çiftin kendi cinselliklerini konuşamıyor olması. İlişki ve evliliklerin ilk gününden itibaren ne yazık ki toplumumuzdaki cinsel mitlerin etkisiyle, kadın ya da erkek olmanın gereklerini yaptıkları bir cinsel yaşam döngüsüne giriyorlar çoğu zaman. İlerleyen yaşlarla birlikte, geçmiş dönemlerde biriktirilen olumsuz duygular, eğer sorun yaşandığı zamanlarda yeterince işlenmemişse, üzeri örtülmüşse, büyük patlamalarla karşılaşılabiliyor. Kırgınlıklar öfkeye dönüşüyor. İlişkideki şefkat, samimiyet ve güven duygularının derin anlamlarla ifade bulduğu cinsel iletişimin de olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz oluyor.
BUNU ENGELLEMENİN YOLU VAR MI?
Bazı kişiler çift terapisinde kendisinin haklı, karşısındakinin suçlu olduğunun bir otorite tarafından onaylanmasını bekleyebiliyor. Oysa uzmanların bakış açısı, ilişkinin hasta olmasına yönelik! İnsanlar iyidir ama ilişkileri ve iletişimleri bozulmuştur. Sağlıklı iletişim kuramayan, çatışan bir çiftin cinselliklerinin olumsuz etkilenmesi ise kaçınılmaz oluyor. İletişim hatalarını belirleyip düzenlemeler yapılabiliyor. Ortak aktiviteler ve fiziksel çekim, çiftleri bir araya getiriyor. Etkin iletişim kurma yeteneği, çatışmaları çözebilmek, çiftin ilişkide mutlu olabilmesini belirliyor. Bir insanın başka birine cinsel yalanlık duyması, her eş için farklı davranışları içerebiliyor. Çiftlerin kendi arasında sevdikleri, haz aldıkları, istedikleri ve sevmedikleri cinsel davranışları konuşması önem taşıyor.
İlişki sonrası duyulan haz, mutluluk ya da doyumsuzluğun paylaşılması gerekiyor. Çünkü sahte, yapmacık ve dürüst olmayan geribildirimler uzun vadede karşılıklı güveni sarsabiliyor. Ancak bu şekilde en uygun cinsel davranışlar keşfedilebiliyor.
ÖZELLİKLE CİNSEL İLİŞKİLERDE PARTNERİ ŞAŞIRTMANIN FAYDALI OLDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR.
SİZCE DE DURUM BÖYLE Mİ?
YOKSA ŞAŞIRTMADAN ÇOK KARŞI TARAFI SADECE YATAK ODASINDA DEĞİL, YAŞAMIN HER ANINDA ETKİLEMEK Mİ ÖNEMLİ? ÖRNEĞİN BİR ERKEK PARTNERİNİ ÇALIŞIRKEN GÖRDÜĞÜNDE DE ONU ARZULAYABİLİR Mİ?
Cinsel ilişkiyi mekanik görmek oldukça yanlış bir bakış açısı. Kadın ya da erkek, duygusal anlamda kırgınlık yaşadığında cinsel istekleri etkileniyor. Hayal kırıklığı yaşanan bir ilişkide cinsellik açısından sorunlar ortaya çıkması ise kaçınılmaz karşılanıyor çoğu zaman. Nadiren çok tartışmasına rağmen, cinselliklerindeki uyum ile ilişkilerini sürdürdüğünü ifade eden çiftlere de rastlanabiliyor. Öncelikle sağlıklı bir üetişim, karşımızdakine değerli olduğunu hissettirmede büyük önem taşıyor. Sürprizler, cinsel fantezilerle ilgili tercihler ise çiftin kişilik özelliklerine ve karşılıklı uyumlarına göre değişiyor.
UZUN SÜREN İLİŞKİLERDE CİNSEL HAYATIN RUTİN HALE GELMESİ PARTNERLER AÇISINDAN NASIL ALGILANIYOR?
Bu tür ilişkilerde yaşam içerisindeki bireyin ve çiftin sorumluluklarının yoğunluğu, dönemsel değişiklikler, karşılaşılan stres faktörlerinin de etkisiyle cinsel yaşam etkilenebiliyor. Başlangıçtaki cinsel ilişki frekansı zaman içerisinde azalabiliyor. Cinsel bilgi eksikliği ile cinsellikten haz almayı bilmeyen, konuşamayan ve cinselliğini geliştiremeyen çiftin iletişiminde de sorunlar ortaya çıkabiliyor. Çatışmalarla çiftler birbirinden uzaklaşarak yabancılaşmaya başlayabiliyor.
İNSAN TUTKUSUNU NEDEN KAYBEDİYOR?
İlişki sürdürebilmek kolay değil ve oldukça emek istiyor. Aşk da diğer duygular gibi… Zaman içerisinde şiddeti azalıyor. Yasaklar ve ulaşılmazlık aşkın körükleyicisi oluyor. Aşık olan çoğu kişi “vaha etkisi” denilen durumu yaşıyor. Yalnızlığın çölünden çıkan ve tamamlanmış hissetmesine yardım edecek bir ilişki özlemindeki bu kişiler, yeni sevgilinin bir güzellik ve doyum vahası olduğunu hissediyor. Kişi aşık olduğunda, insanlarla bağ kurmayla ilgili olan oksitosin hormonu yüksek miktarda salgılanıyor. Bu kimyasalın, belki daha tedbirli olunması gereken durumlarda dahi güven hissini artırdığı kanıtlanmış durumda. Aşık olmak, kişi için başka hiçbir şeyde olmadığı kadar heyecan verici, doyurucu ve tatmin edici oluyor. Yaşanılan telaşlı mutluluk hali, olası olumsuzlukları görmeyi engelliyor. Zaman içinde sevgi nesnesi anlamını yitirmeye başladığında da “Tutkumu kaybettim, hissedemiyorum, aslında biz farklı karakterleriz, ten uyumumuz da yok, yaşadıklarımız bizi çok yıprattı…” gibi şikayetler olabiliyor.
İLİŞKİYİ CANLI VE ZİNDE TUTMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Yıllar geçtikçe artan sorumluluklar, eşlerin birbirleriyle ilgilenmelerim güçleştirebiliyor. Çocuklu ailelerde, onların eğitimi, ergenlik sorunları, kendi anne, baba ve yakınlarının sağlık sorunları gibi değişkenlik gösteren durumlar çiftin yaşam döngülerini etkileyebiliyor. Eşlerin kaliteli zaman geçirmesi ve iyi iletişim içerisinde olması ise yaşanan sorunları atlatabilmede büyük önem taşıyor.
UZUN İLİŞKİLERDE CİNSEL İLİŞKİ İÇİN ÇİFTLERİN GÜN BELİRLEYİP, RANDEVULAŞMASI SÜRECİ ZORLAŞTIRIR MI YOKSA ONLARI MOTİVE Mİ EDER?
Bu daha çok, cinsel frekans uyumsuzluğunda tercih edilen bir yöntem. Cinsellikte normalin tanımından ziyade, anormalin tanımı var. Her iki tarafın cinsel isteği aynı ise sorun yok ama aksi halde bu sorun göstergesi oluyor. Gün belirlemek, isteksiz olanın stresini, istekli olanın da reddedilmeye bağlı zaman içerisindeki geri çekilmesini önleyebiliyor.
UZUN SÜRELİ İLİŞKİ İÇİNDE ÇİFTLERİN HER İKİSİNİN DE YOĞUN İŞ YAŞANTISINA SAHİP OLMASI CİNSELLİĞİ NE DERECEDE ETKİLİYOR?
Yoğun iş yaşantısı içinde de çiftler sağlıklı ilişkiler sürdürebiliyor. Bu; stres yönetimini öğrenmek, fiziksel yorgunluk ve mobbing gibi sorunlar karşısında etkili olabiliyor. Geçirilen zamanın kaliteli olması, ortak paylaşım alanları oluşturarak sosyalleşmek ilişkiyi destekleyebiliyor.
Eş olduğunuzu unutmayın
Ne yazık ki günümüzde pek çok çift çocukları ile aynı yatağı paylaşıyor. Çoğu zaman eşlerden biri yatak odasında çocukla kalırken, diğeri salonda ya da çocuk odasında, bazen de eşlerden biri çocukla birlikte çocuk odasındayken diğeri yatak odasında yalnız kalabiliyor. Bu noktada cinselliğin çiftin hayatında lüks olmaya başlayabildiğinin ve uzaklaşmaya yol açtığının altını çizen Uz. Dr. Sevilay Zorlu, “Cinsel terapilerde cinsellik, mekanik bir birleşme olarak görülmüyor.
İçinde sevgi, şefkat, güven, mahremiyet gibi pek çok anlam yüklü. Sece sarılarak uyumak, öpmek, dokunmak ruhsal denge için büyük önem taşıyor. Dolayısıyla eş olmanın gereklerini, anne-baba rollerindeki sorumlulukları yerine getirirken ihmal etmemeye özen göstermek gerekiyor” diyor.
“CİNSELLİKTE NORMALİN TANIMINDAN ZİYADE, ANORMALİN TANIMI VAR. HER İKİ TARAFIN CİNSEL İSTEĞİ AYNI İSE SORUN YOK AMA AKSİ HALDE BU SORUN GÖSTERGESİ OLUYOR.”
Her şey kendini sevmekle başlıyor
Uzun ilişkiler, temel bireysel ihtiyaçlardan güven ve huzur duygusunu yaşayabilmek için büyük önem taşıyor. Örneğin; iki kişi arasında sağlanan uyum, “ben’leri kaybetmeden “biz” olabilmek, saygıyı tüm yaşamsal krizlere rağmen sürdürebilmek, ilişkide sahip olduklarının olumlu yönlerinin farkında olabilmek, aşk duygusu azalsa da sevginin dinginliğinden ve sürekliliğinden tat alabilmek gibi… Yıllara yayılan bu tür birlikteliklerde cinsel yaşamın öncelikle kişinin kendini tanımasıyla başladığına dikkat çeken Uz. Dr. Sevilay Zorlu, kendini seven, sayan ve güvenen bir insanın sonrasında karşısındaki kişiye de bu olumlu duygularla yönelebildiğini söylüyor: “Kendimizi, beklentilerimizi iyi analiz edip doğru bir şekilde eşimize aktarmak sağlıklı ilişki kurmaya yardımcı oluyor.”
“ÇOCUKLARIMIZ BÜYÜDÜ, TORUNLAR OLDU, UNUMUZU ELEDİK ELEĞİMİZİ ASTIK, ARTIK BİZDEN GEÇTİ, KARDEŞ GİBİ OLDUK…’ DİYEN ÇİFTLER NE YAZIK Kİ SIKÇA GÖRÜLEBİLİYOR. OYSA CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR, DÜZENLİ CİNSEL YAŞAMI OLAN ÇİFTLERİN İLERİ YAŞLARDA CİNSEL SORUNLARLA DAHA AZ KARŞILAŞTIĞINI GÖSTERİYOR.”
Çocuk seksi öldürüyor (mu?)
Çiftler evliliklerinin ilk dönemlerinde halen sevgililik sürecini devam ettiriyor. Ancak ilk çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte evliliğin ikinci dönemi yani ebeveynliğe geçişe merhaba deniliyor. Aileye çocuğun katılımıyla birlikte eşlerin daha geleneksel eş rollerini benimseme eğiliminde.olduğunu, bunun çiftin ilişkilerinde yeniden uyum sorununa yol açtığını belirten Uz. Dr. Sevilay Zorlu, şöyle devam ediyor: Araştırmalara gore sadakatsizlik en çok bebek sahibi olunan dönemlerde görülüyor. Eş rolünü tam olarak benimsemeden kısa surede anne baba rolüne geçiş yapmak bazı çiftlerde krize neden olabiliyor. Kadının bakım vermek zorunda olduğu bebekle ilgilenmesi, erkekte narsistik kırılmayla yalnızlık duygusuna yol açabiliyor. Yatak odasına giren bir bebekle birlikte cinsellik çiftin gündeminden çıkabiliyor. Bebeğin huzursuzlı nu ortadan kaldırmak için bütün bir gece bebeği emzirmek zorunda hisseden anneler ise hiç de az değil. Bu durumda erotik bir nesne olan meme, sut veren bir organa dönüşüyor. Kadının anne rolüne geçişiyle eş rolündeki çekiciliğini yitirebilmesi olasıyken, fiziksel çekiciliğin kaybıyla kadının anne rolünde görülmesi her ıkı cinsi de birbirinden uzaklaştırabiliyor.”
Ayşegül Uyanık Örnekal