Sıkı ve Bilinçsiz Diyet Bizi Hasta Ediyor
Tabiri caizse Amerikalıların yemekle “karmaşık” bir ilişkisi var. Doğru, mega porsiyon işlenmiş yemekler ve zirveye tırmanan diyabet haberleri manşetlerden düşmüyor. Fakat bu toplum aynı zamanda 2015’te 130 milyar dolara ulaşması beklenen “süper gıda” sanayi, günlüğü 70 doları bulan detoks ürünleri ve glütensiz yaşam tarzı dergileriyle, kafayı sağlıklı olmaya takmış durumda.
Giderek daha çok insan sağlıklı olmak için diyetini baştan aşağı değiştirirken, besin piramidindeki kategorilerin yarısını doğrudan atlıyor. Bazı durumlarda aşırı kontrollü yeme bir zorlanmaya (kompulsiyona) dönüşüyor ve “sizin için zararlı” bir şey yeme kaygısı (mesela bir parçacık peynir) bile insanı felç ediyor. Ortaya çıkan bu yeni yeme bozukluğuna doktorlar ortoreksiya adını veriyor. Yakın tarihli bir vaka çalışması ortoreksiyayı “biyolojik bakımdan saf ve sağlıklı beslenmeyle ilişkili patolojik bir saplantı” olarak niteliyor. Kuzey Colorado Üniversitesinde psikolog ve bu çalışmanın eş yazarı olan Thomas Dunn, nasıl anoreksiyanın ardında şişman olma korkusu varsa, ortoreksiyanın da sağlıksız olma korkusundan kaynaklandığını söylüyor. Anoreksiya tüketilen yiyeceğin niceliğiyle ilgiliyken ortoreksiya yiyeceğin niteliğiyle ilgili.
Böylesi sıkı diyetlerde temel besin eksiklikleri ortaya çıkabiliyor ve bir insanın tümüyle yapraklı yeşil gıdalardan elde ettiği vitamin ve minerallerin vücut tarafından emilmesini olanaksız hale getiriyor. Bu da kemiklerde kırılganlığa, hormonal değişimlere, kardiyak sorunlara, psikolojik sıkıntılara ve kemikleşmiş, kuruntulu düşüncelere yol açabiliyor. Bir başka deyişle, amaçlananın tam tersi oluyor.
Ortoreksiyanın tanımlanmasının üstünden 20 yıldan az süre geçtiği için, kaç kişide bu hastalığın bulunduğuna ilişkin bir tahmin yok. Ulusal Yeme Bozuklukları Derneğinin sözcüsü Sondra Kronberg, “Kültürümüz sağlığa büyük önem veriyor ki bu iyi bir şey,” diyor. “Ne var ki bazı insanlar mizaçları gereği sağlıklı beslenmeyi aşırı uçlara götürüyor.” Bu kişiler gıdaların kaynağı ve pişirme yöntemleri konusunda kılı kırk yarıyor, sosyal ortamlardan kaçımyor ve belli gıdaların yapabilecekleri konusunda gerçek dışı fikirlere kapılıyor.
Daha da beteri, artık çoğu insan internette bulduğu tüm SSS’leri (sıkça sorulan sorular) ve yorumları okuyup kendilerine “çölyak olmayan glüten duyarlılığı” gibi teşhisler koyabiliyor. Columbia Üniversitesinde Çölyak Hastalığı Merkezi’nin müdürü olan Peter Green bu senaryoyla sürekli karşılaşıyor: “Tüm sorunlarının nedeni olarak gıdayı gördüğünden artık ne yiyeceğini bilemeyen hastalarla karşı karşıya geliyoruz.” Denver’daki ACUTE Yeme Bozukluktan Merkezi’nin müdür yardımcısı Jennifer Gaudiani ise dayatmacı kitapların, web günlüklerinin ve sosyal medyanın da bu konuda zaafları olanları (bilgili, hassas, A tipi insanları) kendilerine zarar verebilecek davranışlara ittiği görüşünde. “İnsanların yiyeceklere bakışım yeniden değiştirmesi gerekiyor” diyor Dunn. Çoğunluk için yeme, hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, tamamen bir denge meselesi. “Bazen bir partiye gidersiniz, patates kızartması vardır,” diyor Kronberg. “Bedeniniz, patates yediğiniz öğünün altından kalkabilir.”