Şeker icat oldu sağlık bozuldu!
İki yüzyıl önce şeker, sadece zenginlerin erişebildiği bir yüksek enerji kaynağı idi ve eczanelerde satılırdı, tıpkı CocaCola gibi. Şimdi her ikisi de bakkalda satılan, hemen her evde tüketilen bir ürün halini aldı. Çaydan çorbaya, reçelden tatlılara, meyve sularından pastalara, çikolatadan bayram ikramlarına kadar her ürüne giren şeker ve yapay tatlandırıcılar, kimi uzmanlarca ‘zehir’ yahut da ‘yasal uyuşturucu’ olarak niteleniyor. Diş hastalıklarından, kansere uzanan ölümcül hastalıklara neden olması da, işin vahametini daha da artırıyor.
Rafine şeker tüketimindeki artışa, ne ten ne de can dayanabilir. 1830’larda kişi başına yıllık 2 kg şeker tüketilirken, şimdilerde daha fazla kimyasal karışım içermesine karşın tüketim ortalaması 75 kg seviyelerinde. Anti Kanser kitabı şekerin hayatımızdaki ağırlığıyla ilgili bakın ne diyor:
“Genlerimiz hâlâ avcı ve toplayıcı olduğumuz, binlerce yıl önceki gelişimlerinin izlerini taşıyor. Bedenimiz bugün de, avlama ve toplama ürünlerini yediğimiz zamankine benzer şekilde beslenmeyi bekliyor. Bu diyet; pek çok meyve ve sebzeden, arada bir hayvanların etinden ve yumurtasından oluşmaktaydı. Atalarımızın tek arıtılmış şeker kaynağı, baldı. Bugün Batıda yapılan beslenme araştırmaları; kalorimizin yüzde 56 sının, genlerimizin geliştiği sırada var olmayan üç kaynaktan geldiğini ortaya koyuyor:
• Beyaz şeker (şeker pancarı, şeker kamışı, mısır şurubu, vb.)
• Beyazlatılmış un (Beyaz ekmek, beyaz makarna, beyaz pirinç)
• Bitkisel yağlar (Soya, ayçiçeği, mısır, trans-yağlar)
Ne var ki, bu üç kaynak da; bedenimizi çalışır durumda tutmak için gereken proteinler, mineraller ve omega-3 yağ asitlerinden hiçbirini içermez. Öte yandan bunlar, kanserin gelişimini doğrudan körüklemektedir ”
“İster kamıştan, ister pancardan üretilmiş saf beyaz endüstriyel şeker tüketiminde, mideye daha az iş düşer ve enerji ağır ağır damlamak yerine, bir sel halinde üretilip kullanılır. Büyük miktarda şeker tüketildiğinde -ki tüketim oranlarımız bu kapsamdadır- bedenin enerji ihtiyacının hemen hepsini karşılarken, tüketilen diğer gıda ve içecekler, yalnızca bir araç haline gelir. Beden, şeker ihtiyacını doğrudan sükrozla karşılamaya alıştıkça, nişasta ve lifleri dönüştüren enzimlerin üretimi engellenir. Buna bağlı olarak da mide, herhangi bir nişastaya da lifi sindirmekte zorlanır. İnsanlar doğal olarak sindiremedikleri yiyeceklerden kaçındıkları için, gıda üreticileri de işlenmiş ya da paketlenmiş gıdalardaki lif oranlarını düşürmeye başlarlar. Ortaya çıkan kısır döngüde, kurban sürekli kana karışan endüstriyel şekere bağımlı hale gelir ve vücut için gerekli lif miktarını azaltır.
Beyaz şeker bağımlısı ise, oburluğa, diş sorunlarına ve yanlış beslenmeye yatkın hâle gelir. Bunun sonucunda, vitamin ve mineral eksikliğine yol açan ‘tokluğa’ ve bir olasılıkla da bağırsak kanserine neden olur. Beyaz şekerin metabolizmaya karışma hızı nedeniyle, pankreas mideye yüksek oranda giren sükrozla baş etmek için aşırı çalışırken, bağımlının kan şekeri çok çabuk yükselip düşer. Bu da, kimyasal bir bağımlılığa yol açar. Kan, zorlama bir eksiklik sinyali verince, bir saat içinde döngü baştan başlayabilir. Gerçek bir şeker bağımlısı, çok sık aralarla bir şeyler atıştırmadan yapamaz’.
Kanserin gelişimine en önemli ortamı hazırlayan şeker nasıl beyazlatılıyor, bir de buna bir göz atalım:
“Tabiat dıştan müdahale ile başka bir şekle, dönerse, işte o zaman insana zehir etkisi yapar. İnsan hayatı için hayati önem taşıyan şeker de, dıştan müdahalelerle zehre dönüşmüştür. Beyazlatma işlemini, kömür veya hayvan kemiği külü kullanarak yaptılar. Üretimi daha da hızlandırmak ve daha çok ürün almak için yıllar ilerledikçe, sentetik beyazlatıcılar kullanmaya başladılar. Örneğin, Türkiye’nin en büyük şeker fabrikalarından biri, bundan birkaç yıl öncesine kadar odun kömürü kullanırken, bugün sentetik reçine ile beyazlatıyor. Kısaca daha çabuk ve daha çok ürün almak için, ‘en ucuz şekilde ve en çok nasıl üretirim anlayışı ile şeker pancarı fabrikaya girdiği andan itibaren, çok fazla işlem gördü ve kimyasal katkı maddeleri arttıkça, rafine edilmiş şeker, zehir etkisi ile sofraların ‘tatlı zehri’ oldu. Bugünkü şeker üretim teknolojileri, o masum şeker pancarını zararlı hale getirdi ve her geçen gün kötüye gidiyor.”
İnsan bedeni de, tabiatta olduğu üzre müthiş bir denge üzerine kuruludur ve sağlıklı bir yaşam için bu dengenin sürekli korunmasını ister. Sürekli şeker alınması nedeniyle, vücudun bozulan asit-alkali dengesini yeniden kurmak için, vücuttaki sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum kaynakları kullanılır. Her gün şeker alındığında, vücudun daha da derin kaynaklarından bu mineraller çekilmeye başlanır. Kanı korumak için dişlerden ve kemiklerden çekilen kalsiyum, diş çürümesine ve genel olarak vücudun zayıf düşmesine neden olur. Başta kanser olmak üzere çok sayıda hastalığın tetikleyicisi olan tatlandırıcılar ve şeker, bir yandan özellikle Türkiye’de devlet eliyle üretilen bir zehirken ki eroin, alkol, sigara üreten bir devletin şeker üretmesi doğal diyebilirsiniz küresel güçler için iyi bir sağlık manipülas-yonu ve haz eksenli gıda ürünlerinin pazarlama aracı oluverir. Uzmanların ‘beyaz şeker ve suni tatlandırıcılar da, en az eroin kadar tehlikeli’ tespitleri karşısında devlet gereğini yapmasa bile, tüketicilerin yapacak çok şeyi olduğu açıktır.
‘Kanserli tümörlerin metabolizmasının büyük ölçüde glikoz -şeker- tüketimine bağlı’ olduğunu keşfeden Alman bilim adamı biyolog Otto Heinrich Warburg, bu keşfi sayesinde Nobel Tıp Ödülüne layık görülmüştür. Şeker-kanser ilişkisini gözler önüne seren bir alıntıyla devam edelim: “Kanseri saptamak için yaygın biçimde kullanılan PET taramalarında, sadece vücudun içinde en çok glikoz tüketen bölgeler tespit edilir. Eğer bir bölge fazla şeker tüketimiyle öne çıkıyorsa, nedeni büyük olasılıkla kanserdir. Şeker ya da beyaz un tükettiğimizde, kan şekeri düzeyi hızla yükselir. Vücut, hemen glikozun hücrelere girmesini mümkün kılacak dozda insülin salgılar. Giren şeker, hücrelerin büyümesini teşvik eder ve tümörler için gübre işlevi görür.”
Özünde yararlı bir bitki olan şeker pancarı veya şeker kamışı; bir yandan tohumunun hibrit yahut GDO’lu hâle getirilmesi, diğer yandan da tarım kimyasalları eklenerek üretilmesi nedeniyle zararlı bir ürün haline gelmektedir. Bu süreci Prof. Ayten Altıntaş’tan dinleyelim: “İşin içine yapay kimyasallar girmesi ve daha sonra her ne kadar buharlaştırılıp, kimyasalları ayrıştırıyoruz deseler de, bu kimyasal maddelerin üretim sırasında şekerin içine işliyor olması, aynen filtre edilmiş kahve gibi, bu ürünleri tüketen insanın da içine işlemiş olur. Ayrıca, daha çok şeker pancarı elde etmek için, bitkinin toprakta gelişimi sırasında suni gübre kullanılıyor, eskiden küçük boyda olan pancarlar, şimdilerde eskinin 5-10 katı büyüklükte. Şeker pancarı, fabrikaya girdikten sonra yıkanıp, parçalanıyor ve şeker imalatına giriyor. Topraktaki tüm zararlı kimyasallar pancar aracılığı ile şekere işliyor, şeker rafine edilip beyazlatılırken, ayrıca kimyasallar alıyor ve tüm bu zararlı kimyasallar şeker aracılığı ile insan vücuduna işliyor. İşte, rafine şekerdeki zarar böyle oluşuyor. Bugün sofralarımıza giren rafine toz şeker böyle iken, kesme şekerin içine ayrıca yapıştırıcılar ilâve ediliyor, bu durum daha da vahim hale geliyor.
Tümüyle terk edilmesi gerektiği halde, kazanılmış bir bağımlılık nedeniyle elbette beyaz şekeri terk etmek kolay olmayabilir. Bu nedenle, en azından aşama aşama azaltmak işimizi kolaylaştıracaktır. Söz yine Anti Kanser kitabının: “Beslenmede sadece beyaz şeker ve beyaz unu azaltmanın bile, kandaki insülin ve IGF1” üzerinde hızlı bir etkisi olduğu ortaya konmuştur. Bu azaltmanın, daha sağlıklı bir cilt gibi ikincil etkileri de olacaktır. Şekerleme, kahveye atılan bir kesme şeker ya da bir dilim reçelli beyaz ekmek nasıl olur da fizyolojiyi etkileyebilir? Ciltteki sivilceler söz konusu olunca, bu bağı açıkça görmek daha da mümkündür.”
Colorado Üniversitesinin beslenme araştırması uzmanlarından Loren Corda-in, Batı yaşam tarzını benimsememiş topluluklarda, üst deri iltihabı olan sivilcelerin hiç çıkmadığını duyduğunda kulaklarına inanamaz ve Yeni Ginede yaşayan ve tabiî gıdalarla beslenen yerli halkı incelemek için yola koyulur. 130’u yaşlı, 1200 u genç olmak üzere 1330 kişiyi inceler. Batılı beslenme tarzı ile beslenen, beyaz un ve beyaz şeker tüketen gençlerin yüzde 90’unda görülen sivilcelerin, Yeni Ginelilerde görülmemesini, dermatologlardan oluşan bir ekiple incelemeye alır. Ne gençlerde, ne de yaşlılarda sivilcenin izine bile rastlanmaz. Bu araştırmayı yapan ekip bunu; beyaz şeker, suni tatlandırıcılar ve beyaz un tüketilmemesine ve bundan dolayı da kanlarında insülin ve IGF sorunu olmamasına bağlarlar. Araştırmalar bunlarla sınırlı değil elbette. Meselâ Avustralyada bazı araştırmalar, Batı tarzı beslenen gençleri kendi üzerlerinden deney yapmaya ikna ederler. Anlaşma gereği gençler, üç ay süreyle şeker ve beyaz un tüketmeyeceklerdir. Araştırmacıların gözlem yapmak için çok beklemelerine gerek kalmaksızın birkaç hafta içinde, beyaz şeker ve beyaz un tüketmeye son veren gençlerin sivilcelerinin belirgin bir şekilde azaldığı, insülin ve IGF değerlerinin düzeylerinin normalleştiği gözlenir. Bütün araştırmalar ve istatistikler bize; şeker pancarındaki tüketim patlaması ile kanser ve diyabet hastalıklarındaki patlamanın çok ilişkili olduğunu gösteriyor. Ayrıca, 1900’lü yılların başından bu yana hızla yaygınlaşan ve neredeyse tüm gıdaları ayrık otu gibi saran gıda katkı maddeleri ve suni tatlandırıcılar, vücutta baş edilmez hasarlara neden olmaktadır. İçinde yaşadığımız çağ, ‘ölümsüz’ yani kontrol edilemez kanser ve hastalıklı hücrelerin oluşumu ve yaşam kalitesinin düşüş çağı olarak anılmaya başlanmıştır.
Harvard ve California Üniversitelerinden iki farklı ekip, birbirlerinden habersiz yaptıkları araştırmalarda şeker tüketenlerin IGF düzeyinin, şeker tüketmeyenlere oranla 9 kat daha yüksek olduğunu, aynı şekilde meme, yumurtalık, prostat, kolon ve pankreas kanserlerinin de bununla ilişkili olduğunu, şeker tüketenlerde kanser riskinin yine dokuz kat daha fazla olduğu tespit edilir. 3,5 milyon diyabet1” ve 400 binden fazla kanser hastası olan Türkiye’nin, dolayısıyla hepimizin tabiî beslenmeye dönmemiz, beyaz un, beyaz şeker ve diğer suni tatlandırıcı ve katkı maddelerini ve onları içeren endüstriyel gıdaları tümüyle hayatımızdan çıkarmamız zorunlu. Zor mu sanıyorsunuz? Hayır, hayır asla zor değil! Ben çıkardım bile.