Kızgın Bilge
Bilge tamam; ama kızgınlık neden?
Sıra dışı tanımlama, ama bir anlamı olmalı…
Yoksa yanlış kararlara neden olmak mı?
Yaşadıkça bazı konuları istemediğimiz halde yaşamak zorundayız.
Otoriteler kızgınlığı, insanın kendine hakim olamaması olarak yorumluyor ve kızmak yerine kızgınlık nedeninin giderilmesi için hoşgörülü, ancak prensiplerden ödün vermeyen davranışlar sergilenmesi tezini savunuyorlar.
İnsanın kızmasına neden olan olay her ne olursa olsun, hırslanmak karşılığında verilecek kararlar ve söylenecek sözler, işin esasına ve kişinin karakterine zarar verebilir. Çünkü kızgınlığın verdiği etkiyle olumsuzluklara ve işi daha kötüye götürmeye aday davranışlar kaçınılmazdır. Kızgınlık nedeni karşısında sakin olmak, olayı soğukkanlılıkla karşılamak gerekir; çünkü kızgınlık nedeni isteyerek yapılmamıştır. Hiç kimse durup dururken kızgınlığa neden olmak istemeyeceği gibi, yaşamak da istemez.
Elinde olmayan nedenler ya da kişisel bir takım hatalar sonucu meydana gelen olayı, bir yerde yaşamın bir parçası olduğunu özümseyerek, bu tür olayları yapıcı ve çözüm önerileriyle geçiştirmeye çalışması, insana değer kazandır ve toplum içerisinde yüceltir.
Kızgınlığa neden olan olaylar karşısında olumlu tavırlar sergileyerek, hoşgörülü ve bilge kişi olarak çözme girişimi; işin işleyişi, verimliliği ve kalitesine değer kazandırır.
Pozitif ve önemli kararların hoşgörü penceresinden bakıldığı zaman verildiğinde, asla yanılmadığını biliyor musunuz? Kızgınlık gerçek değildir. Kızgınlık sinirlilik ve hiddetin maskesidir ve insan bu maskeyi istemeden takmak zorunda kalır. Hatta bazı anlayışlar; kızmayı bir otorite, otoriteyi de işin gereği olduğunu, disiplin için ve iş yaptırmanın kuralı olduğunu zanneder. Oysa kızgınlık insanın kendisine yapılan bir haksızlık karşısında, olayı çözme çabasına girmesi gerekirken gösterdiği hiddet içeren zaaflar topluluğudur.
Bilgelik eğitimi
Eğitimin tepe noktasına çıkıldığı birçok gelişmiş ülkede temel kural, ilk okuldan üniversiteye kadar “ana okulları dahil” öğrencilere hoşgörülü, bilge ama prensiplerden ödün vermeyen davranışlar içerisinde bulunulması gerektiği, genç beyinlere altın nakış gibi işlenmektedir. Hatta bu eğitim programında “beyin hatalar karşısında ne yapılmalı, hangi davranışlar sergilenmeli ve nasıl davranılarak çözüm üretmelidir” teorileri üst eğitim olarak verilmektedir.
İnsan çocukluktan başlayan dönemde olmak üzere en çok bilge, deneyimli ve hoşgörülü davranışlarla başarılı bir şekilde eğitiliyor ve hafızanın kalıcı bilgi depoladığı ileri sürüyorlar.
Uluslararası dev kurumsal işletmelerde temel kural, hoşgörülü/optimist, ancak kişisel gelişim açısından vizyon ve prensip sahibi çalışanlar tercih edilmektedir. Çünkü işletmeler bu kişisel yapıya sahip, pozitif değer taşıyan insanlarla başarıya daha emin adımlarla yürümektedirler.
Bilgelik eğitimi olur mu? Mantık olarak evet, kavram olarak zor! Bilgelik eğitimi diye bir kavram sadece adlandırmadan ibaret olarak kalır; çünkü bilgelik eğitim süreci açısından bazen bir ömrü, bazen bir hayatı kapsar. Bazen bilgi birikimleri, bazen bir yıldırım çakmasıdır, ama asıl plan düşünce gücünün ardından aklı kullanmaktır.
Bilgelik öyle kolay kazanılan bir şey olmadığı gibi, hoş-görülük içeren, korkusuz, güvene dayalı, sabırlı, sabırlı olduğu kadar iki katı heyecan duyan ve bilgelik mantığını karakter edinen ruh yapısına ulamış insan demektir. Ve bilgi birikimini bilgi dağarcığına yerleştirmiş olan kişidir.
Yaşamın bizden beklentisi
Yaşam bizleri bilge olmaya zorlamaktadır. Bilge olmakla daha iş bitirici özelliğe sahip olacağımız gibi, daha çok proje üreten yaratıcı özelliklere sahip olmak varken; neden karamsar, stratejik hiçbir planı olmayan özelliklerle yaşamın gerisinde kalalım. Bizleri ve geleceğimizi olumsuz etkileyecek kızgınlık, stres gibi negatif değerler konusunda iki kere düşünmeli, çözüm üretmeli ve yaşam kalitemizi olumsuz etkilemesine izin vermemeliyiz. Gerektiğinde Mevlâna, gerektiğinde Einstein, gerektiğinde Sokrates felsefesini düşünce dünyamızdan geçirerek, daha doğru karar verme konusunda kendimizi geliştirmeliyiz. Aslında buna mecburuz, çünkü başta kendimiz olmak üzere, bizden beklentisi olanlar ve sorumluluklarını taşıdığımız insanlar var.
Genel olarak ilk adımı atmaktan çekiniriz, içimizi bir ürkeklik kaplar, nedenini tanımlayamadığımız heyecan duyarız. Bütün bunlar içimizdeki yeni yeşeren duyguların tezahürüdür. Hayata daha genç ve dinç pencereden bakmanın heyecanı benliğimizden çıkmaz, çünkü ardında başarılı olmanın endişesi vardır. Başarının endişe taşımasıysa planlanan işe odaklanılarak tüm alternatifleri değerlendirmek ve doğru yolu bulma konusundaki titiz çalışmanın hissettirdikleridir.
Başarılı olmak istiyor muyum?
Yanıtınız “evet” ise, o zaman bu güne kadar olan her şeyi bir kenara bırakmalı ve yapmanız gerekenler konusundaki stratejilerinizi yeniden planlamalısınız. Neyi bir kenara bırakıp, neyi yeniden planlayacaksınız? Önce kafa yapınızı değiştireceksiniz bunun için de; önyargılarınızı, saplantılarınızı, yöresel bağlılıklarınızı, aşırı güven duygunuzu, aceleciliğinizi, plansızlığınızı, zaman savurganlığınızı ve bir değişim başlatma düşüncenizi değiştirmelisiniz. Ardından yaratıcı gücünüzü kullanarak geliştireceğiniz strateji üzerinde çalışıp, farklılık gücünüzü ortaya koyacak hedeflere ulaşma planı yapacaksınız. Bunun hiç zor olmadığını çağdaş, yenilikçi ve değişim felsefesini ilke edinmiş her insanın izlemesi gereken bir yol olduğunun bilinmesi gerektiği, başka alternatifi olmayan ve asla reddedilmeyen bir yöntem olduğunu ısrarla vurgulamak isterim. Sistem her zaman aynıdır, önemli olan sistemi uygulamaktır. Ancak her insanın farklı yoğurt yiyişine bir diyeceğim yoktur.
Bilgelik özentisi; toplum içinde itibar kazanmak, benim egosunu tatmin etmek ve kişisel özelliğin kabul edilmesi içindir. Bilgelik özentisinin biri de insanın kendisini haklı göstermek istemesidir. Bu egoist duygu öylesine baskındır ki, kimseye en küçük bir pay vermeyi düşünmeyiz. Biraz da zalimce olan bu davranış istenmeyen bir davranıştır. Yaşamı “paylaşmak” teorisine göre yaratıldığı düşünüldüğünde, yaptığımızın bumerang gibi geri dönerek bize de zarar vereceğinin bilmeliyiz.
Başarısızlık neler kaybettirir?
• Kendimize olan saygımızı kaybederiz.
• İnancımızı kaybederiz.
• Elimize geçen fırsatları kaybederiz.
• Beceri ve yeteneklerimizi sınırlamış oluruz.
• Kendimiz hakkındaki kararları başkalarının vermesine izin vermiş oluruz.
• Hayallerimiz esrarını kaybeder. Heyecanımızı yitiririz.
• Yaşamın bize sunduğu güzellikleri kaybederiz.
• Yönetmek ve yönetilmek özelliğimizi kaybederiz.
• Paylaşmanın keyfini kaybederiz.
• Kendimize olan sevgimizi ve sevgililerimizi kaybederız.
• Özgüvenimizi kaybederiz.
Her başarısızlığın ardından bunları yaşayacaksak vay halimize! Asıl başarısızlık, olması gerektiği ve yetenek sınırları dahilinde olmasına rağmen; boş vermişliklerin, aldırmazlıkların, gerektiğince düşünce gücü kullanmamanın, sonraya bırakmaların ve gereken hassasiyeti göstermenin sonucundaki kasıtlıymışçasına izlenimi veren başarısızlık yukarıdaki duyguları davet eder. Ancak başarısızlığın tek karşılığı başarısızlıktır, sadece başarısızlık nedenleri araştırılmalı ve başarı için giderilmelidir.
Kızgınlıklarımız yaşadığımız olaylardan ziyade, zayıf olduğumuz anlarda ortaya çıkar ve bütün hırsımızı o andaki olaydan ve olaya neden olanlardan çıkarmaya çalışırız. Kızgınlığımıza neden olan olay konusunda kendimizin etkisini hiç düşünmeden hareket eder ve bazen hiç olmayacak olaylara neden oluruz. Durum her ne olursa olsun, tekdüzeliğinin sürdüğü yaşam serüveninde, doğanın güzellikleri gibi nazik davranışlar hem kızgınlık nedenlerimizin mantıklı bir şekilde sonuçlandırılmasına, hem de daha doğru kararlar almamıza neden olur.
Sahiplenme duygusu hissetmediğiniz hiçbir değer sizin değildir. Sahiplenme duygusu bize güç kazandıran, pozitif enerji hissettiren duygularla başlar ve bu güzel duyguları kendimize çok yakıştırdığımız için sahiplenme güdüsü hissederiz. Sahiplenme duygusu ruhsal dünyamızı süsleyen, tazeleyen bahar sabahları gibidir. Kendimizi içinde hisseder ve keyif alırken yaşama daha sıkı sarılırız. Sahiplenme duygumuz güçlü olduğumuzun önsezileridir. Aslında sahiplenmekle sorumluluk yükleniriz ve bunu sorumlulukları yerine getirme pahasına üstleniriz.
Topluluklar halinde yaşama güdüsü, sahiplenme konusunda bizlere birçok düşünce kazandırmıştır. Kıskanmak, himaye etmek, korumak, eğitmek, yönlendirmek sahiplenme duygularımızdan sadece bir kaçıdır. Korumak temel sahiplenme duygularımızın başında gelmekle birlikte, aşırısı korumakta olduğumuz kişiye zarar verir.
Aşırı koruma duygusu, zamanla her iki taraf için ruhsal problemlere neden olur. En önemlisi ikili bağımlılık oluşur, ve insanlar yeteneklerini kullanma becerisini kazanamazlar. Korumak kadar, korunma bilinci hissettirmek galibe en iyisi.
Kızgınlığın ardından birçok güzelliğin kaybedilmesi, yazın yerini sonbahara bırakmasına benzer. Yazın sıcak duygularının yerini; sonbahar yağmurları alır, gri bulutlar gibi karamsarlıkların ardında gelen hüzün içimize çöker, farklı duygular hissederken, bir mevsim değişiminin içinde bulurun kendimizi.
Her şeye rağmen olumsuz olsa da severiz değişiklikleri, kaldı ki mevsimler insanın ruhsal dünyası gibidir ve üstelik mevsimler gibi zamanı yoktur.
Atatürk ve bilgelik
İlk okuldayım.
Bir bayram sabahı.
Günlerden 29 Ekim.
Pencerelerine kadar rengârenk süslediğimiz sınıfta öğretmenimiz kahramanlık konusunda bir şeyler anlatıyor. “Hiçbir şey kolay kazanılmadı” diyor, duygulu bir şekilde şehitlerimizi anlatırken, dedemin Çanakkale’ye gittiğini ve bir daha dönmediğini, sonradan da şehit olduğunu babaannemin anlattıklarından anımsıyorum. Her şeye rağmen bayram sabahlarının güzelliği içimizi ısıtıyor.
Öğretmenimizin asıl bundan sonra anlattığı öykü bende derin izler bırakıyor. Öykü şöyleydi:
AtatürkCumhuriyet’in kuruluşu nedeniyle Türkiye’ye gelen Ingiltere kralı ve beraberindekilere Dolmabahçe Sarayı’nda bir yemek verir. Yemek servisini Mehmet’cik yapar. Garsonluk deneyimi yetersiz olan asker, yemek servisi yaparken tabaktaki yemeği Atatürk’ün üstüne döker. Herkes çok şaşırır ve Atatürk’ün tepkisini merak eder.
Atatürk askerin yüzüne bakar ve şöyle der:
“Bu millete her şeyi öğrettim; ama hizmetçiliği öğretemedim.”