Kadın Olmaktan Duyulan Derin Korku
Kadın, çocuğunu yetiştirirken kendine verdiği değer ile, kızının kendi değerini bilmesini, oğlunun da kadının değerini bilmesini sağlayandır. Değer bilincini çocuğa aşılayan annedir. Bir anne, kadın olmanın değerini hücrelerinde ne kadar hissediyorsa bu bilinci ancak o oranda verebilir.
Erkekleri, “Değerimi bilmiyor! Aldatıyor! Terk ediyor!” diye suçlamak yerine kendinize ve özellikle erkek çocuklarına, kadının değerine dair verdiğiniz bilince bakın lütfen. Kadına verilen değeri, öncelikle biz kadınların inşa ettiğini fark edelim.
Bu farkındalık ile kadın kendine değer vermekten neden alıkonmuş olabilir?
Cevap: Korkudan!
Korku nedir?
Algılanan bir risk veya tehlike anında hissedilen kötü histir. Bu hissin fonksiyonu, o anda alarm vererek bizi harekete geçirmek ve istenmeyen o durumdan bir an evvel çıkmamızı sağlamaktır.
Peki kadın olmak, dişil enerjide olmak, dişil davranışlar sergilemek gerçekten korkulacak bir şey midir? Bu soruya kendi içinizde vereceğiniz cevaplar, kadın kimliğini farkında olmadan reddetmenizin ve dengesiz eril davranışların da sebepleri aslında…
Temelde doğuştan getirdiğimiz sadece iki korkumuz var: Biri düşme korkusu ki bunun için reflekslerimizi geliştiriyoruz. Bilinçaltımız bizi hayatta katmak üzere koruduğundan düşmeye karşı reflekslerle kendimizi korumalıyız. Burada korku korunmamız amaçlı işlevini görüyor. Diğeri de özellikle çocukken gene bilinçaltımızın bizi koruma mekanizmasını harekete geçiren ses korkusu. Onun için seslere karşı duyarlıyız. Etraftan gelebilecek bir tehdit ya da tehlikeye karşı, insan varoluşundan beri sesleri algılayarak kendini koruyor. Korunmaya çalışıyoruz.
Bunun haricinde kalan tüm korkular öğrenilmiştir. Nereden? 0-7 yaş arasında öncelikle en yakın çevremizden, ailemizden… Kısacası;
Acı çekmek Yetersiz olmak Başarısız olmak Hastalık
Ölüm
- Yanlış yapmak
- Eleştirilmek Kaybetmek
- Güvende olamamak
- Parasız kalmak
- Reddedilmek
- Aciz olmak
- Çaresiz kalmak
- Yargılanmak
- Kendini ifade edememek
- Onaylanmamak
- Ayrılık
- Esir olmak
- Muhtaç olmak
- Dışlanmak
- Sevilmemek
- Kandırılmak
- Yalnız kalmak
- İstenmemek
- incitilmek
- Suçlanmak
- Kıskanılmak
- Aşağılanmak
- Yok olmak
vb. tüm korkular öğrenilmiştir. Yani korkular aslında gerçek değildir. Bilinçaltımızın, deneyimlerimizden kaydettikleri, ger–ekte var olmayandır. Korku, deneyimden ya da başkasının deneyiminden kaynaklanan, enerji olarak bedeninizde ve bilincinizde olan bir unsurdur.
Korku, insanı kontrol eder. Korku, yaşamınızı sınırlar. Korku, yapmak istediklerinizi gerçekleştirmenize engel olur. Gerçekte var olmayan, öğrenilmiş korku, yaşamınıza hükmeder. Öğrendiğiniz tüm korkuların üzerine giderek eski öğrendiklerinizi farkındalıkla bir kenara koyabilirsiniz. Korkularla yüzleşerek, korkunun üzerine giderek korkuyu ortadan kaldırabilirsiniz.
Gelelim kadın olmaktan duyulan korkuya…
Bir topluluk ancak korku ile kontrol edilip yönetilebilir. Şimdiye kadar eril enerjinin de yaptığı bu idi. Korkutmak! Eril enerjisi dengede olmayan, ataerkil toplumlar, kadına korkuyu aşıladı. Böylece kadını istediği gibi kontrol edebilecekti. Şüphesiz ki bu da kadın ve erkeğin yaradılış sınavlarından biriydi. Eski çağlarda kadın cadı olarak nitelendirildi. Şifacılığıyla suçlandı. Korkunç işkenceler görerek cezalandırıldı; yakıldı. Bilgiden uzaklaştırıldı. Kapatıldı. Kadının bilmesine, öğrenmesine gerek yoktu. Kadın bilirse “Olacak”tı. Kadının “Olması” eril enerjinin gücünü yitirmesi zannedildi. Bu sebeple kadın, zaman içinde bilmeye, öğrenmeye hakkı olmadığını sanmaya başladı. Kadın kapandıkça erkeğin gözünde değerinin artacağına inandırıldı. Ama gerçek bu değildi. Kadın cahilleştikçe, kendi gözünde değersizleştikçe eril enerji daha da baskın olmaya başladı.
Erkek, kadının saf, temiz, el değmemiş olması gerektiğini bilinçlere işledi. Bir nevi toplum mühendisliği. Saflığın, temiligin, el değmemişliğin ölçüsü ise bekâretti. Kadının saflığı kalbindeki iyi ve güzel niyet ile değil; kızlık zarıyla, bekâretiyle özdeşleştirildi. Ve bakire olmamaktan korkutuldu çağlarca… Kız bekâretini kaybetmişse her şeyini kaybetmiştir. Her şeyini kaybetme korkusuyla kadın zaten özgür olamaz. Özgürce hareket edemez. Kiminle birlikte olacağına karar vermeden önce birkaç deneyim yaşayamaz. Yaşarsa orospu olur, namussuz olt ,^nra da kırklı yaşlarına kadar bekâretini korur ve frijit olur. Dişil enerjiden yoksun, yalnızlığa mahkûm olur.
Korkmayan birine hakim olamazsınız. Erkek kadına hakim olmak, yönetmek için kimi zaman bilinçli kimi zaman bilinçsizce alet oldu bu düşünceye. Kadınlar da hipnozu alarak alet edildi. Kadınlar taşlandı, recm edildi, ifşa edildi. Küçücük kız çocuklarının başı daha regl olmazdan önce kapatıldı. Bir de bazı toplumlarda başı örtmenin dini şart olduğu hipnozu çakıldı kafalara. Kadının bilinçaltı yaşamda kalmak, korunmak, güvende olmak adına bu hipnozların hepsini aldı.
Ve kadının bağımlı olduğu ilişkiler doğmaya başladı. Kadın güvensizlikten, parasızlıktan, yalnızlıktan ve pek çok kavramdan korkutuldu. Bu korkuların hepsi kadında güçsüzlük yarattı. Kadın sosyal ve ekonomik yaşamda kendini uzunca zaman var etmedi; edemedi. Dişil enerjisinden uzaklaştığı için de öz dengesini kaybetti. Kötü kadın ilan edildi. Bu, kadının belki de en büyük korkusuydu. Ve korktuğu başına geldi.
Erkek belki de tüm bunları kendi özünü, kendi eril ve dişil dengesini yakalamak, her şeyle ve herkesle, Tanrı’yla bir olmak arzusuyla yaptı. Ama yanıldı. Erkek ancak kadının saf, öz enerjisinin farkında ise onunla birlikte BİR olabilir, hakikate ulaşabilir.
Sonuç olarak; kadın olmaktan duyulan derin korkuyu sevgiye dönüştürmek her kadının, kendi için ve tüm varlıkların dengesi için yapması gerekendir. Sadece kadının değil, erkeklerin de korkularından özgürleşip tekrar özündeki saf sevgiyi hatırlaması, dişil enerji ile çatışmadan, kabule geçmesi, dengelenmesi gerek.
Ama erkekler de yıllarca “” hipnozlarını alarak dişil enerjilerini baskıladılar ve dengelerini yitirdiler. Kadın gibi olma korkusu ve diğer korkular onları da kontrol etti ve yönetti. Şimdi tüm korkulardan özgürleşme, kadın ya da erkek, eril ve dişil enerjilerimizi dengeleme zamanı. İşte ancak o zaman beden bilincinden çıkıp BİR olduğumuz bilincine varabiliriz. İşte o zaman korkular yerini ‘SEVGİ’ye bırakır.