Işınlanmış Gıdaları Yemek Zararlımıdır?

Işınlanmış Gıdaları Yemek Zararlımıdır?

RADYASYONLA KORUMAK

BU, ŞÜPHESİZ BİR BEKLAM KAMPANYASIYDI ANCAK YİNE DE KIŞKIRTICI BİR FİKİRDİ.

Teksas merkezli Sadex Şirketinin başkanı David Corbin bir tabak ıspanağı yerken gazeteci ve fotoğrafçılar onu izliyordu. Bu, sıradan bir ıspanak değildi, dikkatinizi çekerim. Ispanağın yaprakları, korkunç E. coli 0157: H7 bakterilerinin milyonlarca kolonisi ile aşılanmıştı. Bunlar 2006 yılının o meşhur döneminde ıspanak yiyip dünyayı dehşete düşüren berbat mikroplardı. Ancak Corbin hiçbir endişe duymuyordu. Onun ıspanağı elektronik pastörizasyondan geçmişti, yani mikropları yok eden elektron ışınıyla ışınlanmıştı. Corbin hiçbir hastalığa yakalanmadı ve amacına ulaştı. Ispanak gibi, pişirilmeye hazır gıdalar marketlere dağıtılmadan önce ışınlanırsa bakteriyel gıda zehirlenmesi riski büyük ölçüde azaltılabilirdi. Sadex şirketinin gıda radyasyon işinde olduğunu söylemeye gerek bile yok tabii.

Işınlanmış gıdaları yemek

“Radyasyon” içeren herhangi bir işlemden söz edildiğinde kaşlar endişeyle kalkar ve alınlar kırışmaya başlar. Hiroşima, Çernobil ve sarı renkli “Dikkat: Radyasyon Tehlikesi” işaretinin görüntüleri hemen akıllara hücum eder. Bazılarına göre ışınlanmış gıdaları yemenin düşüncesi bile radyoaktif olup karanlıkta parıl parıl parlama korkusunu depreştirir. Ancak bu tür korkular akıldışıdır ve radyasyonun ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikir sahibi olmamanın bir sonucudur.

En basit olası tanımı yapmaya kalkarsak radyasyon enerjinin boşlukta yayılımıdır. Bir ampülden çıkan ışık radyasyondur. Bir radyatörden yayılan ısı da. Güneşin tatlı sıcaklığı altında uzanıp yattığımızda, röntgen çektirdiğimizde ya da kanser tedavisi için kobalt-60 aldığımızda radyasyona maruz kalırız. Tedavide radyasyon, kobalt-60 atomlarının kendiliğinden dekompozisyonu ile üretilen gama ışınları biçimindedir. Bu, bizim “radyoaktivite” olarak bildiğimiz şeydir. Açıkçası radyasyonun riskleri ya da aslında yararları doğru bağlama oturtulmadan değerlendirilemez. Riski belirleyen radyasyon türü ya da maruz kalınan miktardır.

X ışınlarının ya da gama ışınlarının tersine gözle görülebilen ışık kimyasal bağları parçalamaya yetecek enerjiye sahip değildir, bu nedenle yatağınızın başucundaki lambanın moleküler bileşenlerinize zarar verip vermeyeceğiyle ilgili endişelenmenize gerek yok. Öte yandan x ışınları moleküllerde belirgin değişimlere neden olabilir. Ancak burada bile dozlar önemlidir. Bir tek göğüs röntgeninin riski düşük olmasına rağmen üst üste yapılan CAT (bilgisayarlı tüm vücut) taraması normal hücresel aktiviteyi bozabilir. Bu durumda bu tür bir bozulma arzu edilmez ancak söz konusu olan gıdaların radyasyona maruz kalmasıysa ne kadar etkili olduğunu bulmaya çalışırız. Amaç, mikropların hücresel sistemine bir anahtar fırlatıp onların ölümüne neden olmaktır.

Daha 1905 yılında yiyeceklerdeki bakterileri öldürmek üzere x ışınları kullanan aletler için patentler çıkarılmıştı. Sonraki yıllarda gama yayıcıları ve elektron ışınları jeneratörleri geliştirildi, 1958’e gelindiğinde birkaç ülke çeşitli yiyecekleri korumak için bu tür “radyasyon” tekniklerini kullanıyorlardı. Tabii ki bu teknolojiye, her yeni girişimde kaçınılmaz olarak yaşandığı gibi hemen karşı çıkanlar oldu. Bazı aktivistler ışınlamanın nükleer enerji endüstrisi tarafından nükleer atıkları yok etmenin bir yöntemi olarak kullanıldığını iddia ettiler. Bazıları da gıdaların içindeki besinlere zarar verdiğini, yeni toksinlerin ortaya çıkmasına neden olduğunu ve besin güvenliği sorunlarını ört-bast etmek için üreticilere kolay bir yöntem sağladığını öne sürdüler.

Bir şeyi açıkça ortaya koymak gerek. Işınlanmış gıdaları yemek tüketicilerin radyasyona maruz kalmalarına neden olmaz. Besin kaynaklarımıza dadanan haşereler ve mikroplar, radyasyon almanın ölümcül etkilerini kanıtlayabilir ancak yiyecekler radyoaktif hale gelmez. Dahası kobalt-60 nükleer endüstrisinin atık ürünü değildir ve röntgen cihazlarıyla elektron ışın aletleri radyoaktif materyaller kullanmazlar. Doğru, radyoaktif kobaltı bir yerden bir yere taşımak ve ortadan kaldırmak çeşitli zorluklar içerir ancak bunun için uygun teknolojiler mevcuttur. Besin değerlerinin yok olması ise gerçekten üzerinde durulacak kadar önemli bir konu değildir. Pişirme, konserveleme, kurutma ya da dondurma, hangi yöntem olursa olsun besin değerinin bir miktarının kaybolmasına neden olur; ışınlamanın, tam tersine, bu işlemlerden çok daha az etkisi vardır.

Peki ya gıdaların radyasyona maruz kalmaları sonucu ortaya çıktığı iddia edilen yeni “toksinler” ya da “özgün radyolitik ürünler”? Gıdaların ışınlanmasının bazı kimyasal değişimlere neden olduğu şüphesiz doğrudur, tıpkı pişirmede olduğu gibi. Radyasyondan dolayı oluşan bileşiklerin çoğu pişirilmiş gıdalarda da vardır, ancak hepsinde değil. Bugüne kadar 2-alkylcyclobutanones (2-ACB’ler) yalnızca ışınlanmış gıdalarda görülmüştür ve 2002’de Avrupalı araştırmacılar bu bileşikleri laboratuarda sentezleyip hücre çizgilerini test ettiğinde bazı endişeler belirmişti. 2-ACB’lerin hücre mutasyonuna neden olma yetisine sahip olduğunu ve sıçanlara verildiğinde hayvanlarda tümör oluşumunu tetiklediğini ortaya çıkarmışlardı. Ancak kullanılan yoğunluklar ışınlanmış gıdalardakinden 1000 kat fazladır ve araştırmacıların kendileri de verilerinin ışınlanmış gıdalarla ilgili herhangi bir suçlama içermediğini açıkça ifade etmişlerdir. Herkesçe bilinen bir kanserojen madde olan benzen de ışınlanmanın sonucu olarak ortaya çıkabilir ancak miktarlar tutarsızdır. Yumurtada doğal olarak milyarda 60 parça benzen varken ışınlanmış sığır etinde aşağı yukarı milyarda 3 parça benzen bulunur. îşin gerçeği, son 50 küsur yıldır hayvanlar üzerinde birçok ışınlanmış gıda deneyi yapılmış, pek çoğunda aşırı miktarlar kullanılmıştır. Köpekler, sıçanlar ve fareler ışınlanmış tavukla beslenmiş, aldıkları gıdaların yüzde 35’ini oluşturmasına rağmen hiçbir etkiye rastlanmamıştır.

Işınlanmanın riskleri teoride kalmasına rağmen besinlerin kirlenme riski öyle değildir. Kuzey Amerika’da yılda 80 milyonun üzerinde gıda zehirlenme vakası görülmektedir, bunların 350 bini hastanede müdahaleyle, 6000’i de ölümle sonuçlanmıştır. Doğru şekilde uygulanacak gıda ışınlamasıyla bu vakalarda büyük ölçüde düşüş sağlanabilir. David Corbin’in bütün ıspanakları ışınlama ile koruma önerisi gereksizdir ancak belki de onun bu cesaret gösterisi, bu teknolojinin haksız olarak yüklendiği olumsuz imajı değiştirmeye yardımcı olacaktır. Burada ihtiyaç duyulan mantıklı tartışmadır. Kevin Trudeau gibilerinin televizyonlara çıkıp, “Işınlama, gıdaların canlılığını kaybettiren ve daha çok vücut için toksik hale getiren bir frekans vererek gıdaların enerji frekanslarını değiştirir” tarzındaki atıp tutmaları yalnızca saçma ve anlamsızdır.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir