Hayattan Beklentilerimiz

Hayattan Beklentilerimiz

Hayattan beklentilerimiz hiç bitmez. Öncelikle iyi bir gelecek, iyi bir eğitim, hayaller ve daha neler neler. İyi de bunları hak ediyor muyuz? Hak etmek için gerekenleri eksiksiz yerine getirebiliyor muyuz?

Şaşkın ördek suya ters dalar ya insan da bazen şaşkın ördek gibi hayatı tersten düşünür, hiç bir şey yapmadan hayattan bir sürü şey bekler. Bunu tanımı aşırı iyimserlik ve polyannacılıktan başka bir şey değildir. Sonra oturup dövünmeler ah vahlar…

Beklentilerimizi anlata anlata bitiremeyiz ve gerçekleşmesi imkânsız olan öyle şeyler hayal ederiz ki, kendimiz bile inanmakta zorlanırız. Hayallerimizin doğru olduğunu söylemek zor… Ne beklentimiz, ne de hayallerimiz konusunda dürüst, samimi hatta en önemlisi gerçekçi olduğumuz söylenemez. Çünkü olmayacak şeyleri hayal etmek, olmayacak fikirler üzerine geleceğimizi inşa etmek, bizi hayal dünyasında yüzmekten öteye götürmeyeceği gibi, yapacaklarımız konusunda güvenilir insan olma özelliğimizin yara almasına neden oluruz.

Hayattan Beklentilerimiz

Beklentilerimiz ve hayat

Maksim Gorki’nin “Benim Üniversitelerim” adlı kitabını okuduğum zaman on altı yaşındaydım. Kitap çok ilgimi çekmişti. Maksim Gorki’nin ne demek istediğini merak etmiştim. Hayat merdivenlerinden tırmanmaya başladığımda ne olduğuna anlam veremediğim sevgi ve acılarla dolu bir kavganın içinde olduğumu fark ettim. Önceleri kendimle başlayan kavgam uzun zaman devam etti. Doğru karar vermek ve gerçekleri kabul etmek hiç de kolay olmadı. Sevinç ve hüzünlerin dolu dolu yaşandığı o yıllar, hayatımın en önemli bölümünü oluşturur. Kitap okuma serüvenim başladığında başka dünyaların, yaşamın bir deneme yanılma yöntemi olduğunu, duyguların ön planda bir yaşam sürdürüldüğünü hissettim.

Kitap okuduğum ve özgürlüğün farklılığını hissettiğim o yıllarda, arkadaşlarım arasında sanki kitap okuma yarışı vardı. Kim hangi kitabı okursa okuduğu kitaptan bir şeyler söyleyerek hava atardı. O kitabı okumayanlar ise eziklikle karışık eksiklik hissederdi. Kitap okumak herkes için bir takım özellikler içeren farklı ve önemli bir kişilik gibi değerlendirilirdi. Ve kitap okumak için hiç zorlanmaz hatta satırlar arasında dolaşırken çok farklı duygular hissederdik.

Kütüphaneye ilk gittiğim günü anımsıyorum, ne çok kitap vardı. Gizemli bir keyif almıştım. Sanki bir hâzinenin içine düşmüştüm. Tavana kadar eskimiş kahverengi parlak ahşap raflar, zamanın sararttığı kitapların kokusu tüm salonu doldurmuştu. Herkes önündeki kitaba dalmış gibi sanki hareketsiz duruyordu. Salonda çıt yoktu. Kitap okuyanların ve kitapların kokusuyla kütüphanenin görüntüsü hayatımın en güzel görüntüsü olarak hâlâ beynimin bir köşesinde bir tablo gibi durmakta…

Başları önlerine eğik kitap okuyanlar, kalabalığa rağmen çıt çıkmaması, pencereden sızan güneş ışıkları, gözlüklerinin tepesinden salonu kontrol eden kır saçlı kütüphane görevlisinin uygarlık kokan bakışları ne güzel görüntüydü. Okuduğum her kitap, yeni ufuklara açılan büyülü bir pencere, bilinmeyen ülkelere yolculuk gibiydi. Yaşamın başka dünyalarını hissederken, o dünyaları yaşar gibiydim. Bundan sevinç ve gizem dolu duygular hissediyordum. Her kitap o kadar esrarlı geliyordu ki, farklı yaşamlar içimde saklı bir isteği açığa çıkarıyordu. Bende kitap yazmalıydım. İçimde küçük bir çocuk ve yazacağım o kadar çok şey vardı ki.

Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı dört yılda yazdığını okuduğum zaman kitap yazmanın çok zor bir iş olduğunu düşündüm. Bir kitap yazmak için dört sene beklenir miydi? Ardından okuduğum kitaplar arasında Balzac’ın “Vadideki Zambak”ı! O ne muhteşemdi, sanki kitap okumuyor sayfaların içinde yaşıyordum. Satırların arasında vadinin çiçek kokuları geliyordu. Akşamüstü kütüphaneden ayrılınca tüm şehri akşam güneşinin kızıl rengi kaplamıştı, sanki başka bir ülkeye gelmiş gibiydim ve güneş batmak için beni bekliyordu.

Şimdi Maksim Gorki’nin “Benim Üniversitelerim” kitabıyla ne demek istediğini çok daha iyi anlıyorum, insan yaşadıkça yaşamı hissetmeli, yaşama bazen yazar, bazen müzisyen, bazen felsefist, bazen bilim adamı ruhuyla bakmalı ve yaşamdan aldığı keyfi çevresiyle paylaşmalı.

En çok kitap okuduğum zamanlar özgür olduğumu hissettim.

Kitap okumanın kazandırdıkları

Okuduğum kitaplar bana şunları öğretti:

Düşünce dünyanızı büyütün, çünkü hayat bunu gerektiriyor. Geride kalamazsınız. Çevrenize bakın doğanın güzelliklerinin farkına varın ve neden nerede bulunduğunuzu düşünün. Yaşamınızı süsleyenlerle olan ilişkilerinizi değerlendirin, değer yargılarınızı gözden geçirin, sizin için kimlerin, nelerin önemli olduğuna karar verin ve bu kararlarınızı gerçekleştirmek için ne yapmanız gerektiğini planlayın. Yaşamda yalnız başınıza, ama çok büyük bir güç olduğunuzu düşünün. Düşüncelerinizi soyutlarsanız yaşam kavramlarını algılamaktan, yapılması gerekenlere kadar her konuda başarma şansını yakalama fırsatı bulursunuz. Beyninizden geçenleri silip atamazsınız o halde yerlerini değiştirin, yakıştırmalar ve özdeşleşmeler yapın, hayal, gerçek ve düşünce gücünüzü birleştirin, ortaya çıkan sonucu yeniden değerlendirin. Okuduğum kitapların satırlarının arasından kulağıma gelen fısıltılar bir de sevgiden söz ediyordu ve kalbini dinle o kocaman sevgiyi hissedeceksin diyordu.

Başarı

Başarı sık sık gülmek ve çok sevmektir,

Akıllı insanların saygısını ve çocukların sevgisini kazanmaktır,

Dürüst eleştirmenlerin onayını almaktır,

Sahte dostların arkadan vurmalarına dayanmaktır,

Güzeli sevmektir,

Herkesteki en iyiyi bulmaktır,

Karşılık beklemeyi hiç düşünmeden kendiliğinden vermektir…

Geride ister sağlıklı bir çocuk,

İster kurtarılmış bir ruh,

İster bir parça yeşil bahçe,

İster iyileştirilen bir sosyal durum bırakarak dünyanın iyileşmesine katkıda bulunmaktır;

Gönlünce eğlenmek ve gülmek,

Kendinden geçerek şarkı söylemektir,

Tek bir kişi bile olsa,

birinin sizin varlığınızdan ötürü daha rahat nefes aldığını bilmektir. İşte bu başarılı olmaktır.

Hayatı doğrularımıza göre yönlendirmek, doğrularımıza göre değerlendirmek yaptığımız hatalardan biridir. Hayatın ve doğruların sadece bize göre olmadığının farkında olmak zorundayız, çünkü hayatın kendisine göre doğruları vardır ve biz kendimizi hayatın doğrularına göre hareket etmek zorundayız. Zira hayat her insan için değil, tüm insanlar içindir.

Hayatı doğrularımıza göre yönetmek şöyle dursun, yönetmeye kalkmak megalomanlıktan da öte hatalı bir düşünce tarzıdır. Önce şunu bilmemiz gerekir, biz kimiz ki hayatı yönetmeye kalkıyoruz! Eğer bir şey yönetmek istiyorsak önce kendimizi yönetmek konusunda beceri geliştirelim, kendimizi nasıl yönetmemiz gerektiğini öğrenelim, çünkü bir şey yönetmek isteyen insanın önce kendisini yönetmek konusunda başarılı olması gerekir.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir