Gıda bir imtihan vesilesi mi?
Adem/adam/insanın imtihan edildiğini fark etmeksizin o yasak ağacın meyvesinden yemesiyle başlayan süreç, o gün bugündür devam eden bir imtihan olarak karşımıza çıkıyor. Allah (c.c.) her peygamberin kavmine, sayısız nimetlerinden sadece birkaçını yasaklayarak, gıdayı bir imtihan vesilesi kılıyor. Hz. Musa’nın (a.s.) kavmine Cennet’ten her gün taze nimetler gönderildiği halde, onlar, “Hayır biz soğan, sarımsak ve mercimek istiyoruz” diye isyan etmiş ve yine imtihanı kaybetmişlerdi.
Hz Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine ise,
• Domuz
• Kan”7
• Allah adı anılarak kesilmeden ölmüş hayvanlar
• Yırtıcı hayvanlar ve
• Sarhoş ediciler, tartışmasız bir şekilde haram edilmiştir.
Günümüzde Müslümanların üzerinde çok düşünmedikleri ve durmadıkları bir konu var ki, Kur’an-ı Kerim bu konuyu çok kez ve sürekli birlikte zikretmektedir. Sürekli birlikte emredilen ‘helâl’ ve ‘tayyib’ olanlardan yiyin emrindeki ‘helâl’ konusunda şüphe söz konusu değildir. Ancak burada geçen ‘tayyib’ yani temiz kelimesi ile Allah (c.c.) acaba neyi kastetmektedir? Tayyibden murat, yere düşerek kirlenmiş bir şeftalinin yıkanarak yenmesi midir? Yoksa fıkhın öngördüğü helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz oluşu mudur? Bu şüpheden arî temizlik hâli; 1900’lü yıllarda başlayan, endüstriyel gıdalara eklenen kimyasallar ve tarım ürünlerinde kullanılan ilaç, hormon ve antibiyotikler ile tohumun genetik yapısının değiştirilmesini de kapsar.
Nu’man İbn-i Beşir (r.a.), Rasülullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu anlatıyor: “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında -haram veya helâl olduğu- şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa, cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.”’10 Hadis-i şerifteki beyanın aksine, günümüz Müslümanları, ne yazık ki ‘helâl’ kavramım ‘helâl kazanca’, ‘helâl gıda’ kavramını ise Müslüman birinin hayvanları besmele ile kesmesine indirgemişlerdir. Müslüman bir ülkede yaşamanın, her türlü gıda maddesinin helâl olmasını sağladığı gibi son derece sakat bir yargı vardır. Bir işadamı derneğinin temsilcisinin bir helâl konferansında sarf ettiği cümle, söz konusu algıyı teyit etmektedir: “Bizim üyelerimizin hepsi Müslüman, bu nedenle de bizim üyelerimizin ürettiği her şey helâldir. Gönül rahatlığı ile tüketebilirsiniz.”
Gıda meselesi aslında ümmetin en önemli imtihanıdır. Günümüzde kanaatimce daha büyük bir imtihan yoktur. Şayet midemize giren şeyler, bizlerin beden ve ruh sağlığını, dolayısıyla algıyı, düşünceyi ve imanı etkiliyorsa ki, çok sayıda ayet-i kerime ve hadis-i şerif bize bunu anlatmaktadır konunun önemi ortadadır. Mik-dam İbnu Ma’dikerb (r.a.), Rasülullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber veriyor: “Âdemoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak -nefsinin galebesiyle illa da mideyi doldurma işini yapacaksa, bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine tahsis etsin.” Yine başka bir hadis-i şerifte, Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasülullah (s.a.v.) buyurdular ki: ‘Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak. Böylelerinin hiçbir duası kabul edilmez.”
İbn-i Mes’ud’un rivayet ettiğine göre Rasülullah (s.a.v.) buyururlar: “Haramdan bir lokma yiyen kimsenin, kırk gece namazı kabul olunmaz.” İbn-i Ömer’in rivayet ettiğine göre, Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyururlar: “Kim, içerisinde haramdan gelen bir dirhemin de bulunduğu on dirheme bir elbise satın alırsa, sırtında o elbiseden bir şey kaldıkça Allah onun hiçbir namazını kabul etmez.” Hadis-i şeriflerde, “Haramdan oluşan et için, ateş her şeyden daha evlâdır”, “Kim malı nereden kazandığına önem vermezse, Allah Teâlâ da onu cehenneme nereden sokacağına önem vermez”ve “İbadet on parçadan müteşekkildir. Bu on parçanın dokuzu, helâl rızkın aranmasındadır” buyrulmaktadır.
Bütün bu hadis-i şerifler, helâl kazanmanın, helâl tüketimin/harcamanın da, helâlin bir cüz’ü olduğunu gösterir. Günümüzdeki kötü manzarayı bilmeyenimiz olmadığına göre, cüzdanları ve mideleri ifsat edilmiş bir Müslüman topluluğun bu sorunu çözmeden başka sorunlara odaklanması ve çözmesi elbette beklenemez. Gıdanın özellikle Müslümanlar için bir imtihan olduğunu, şeytan ve onun emrinde çalışan küresel güç ve şirketler, biz Müslümanlardan daha iyi bilmektedirler. Bu nedenle de bizi midemizden vurmuşlardır ve ayağa kalkacağımız yer de midemizdir. Yani kazancın helâl sınırları içinde, tüketimin ise israfa kaçmadan, zaruret kadar, ama helâl ve tayyib sınırları içerisinde olması, gerektiğine işarettir.
Şeytan ve işbirlikçisi, çoğunluğu Siyonist düşünce mensuplarına ait olan gıda endüstrisi’, temel tüketim maddeleri ve gıdayı endüstriyel bir metaa dönüştürmüşlerdir. Her şeye sahip olma dürtüsü, paylaşma zaruretini ortadan kaldırarak, insanlığı egoizmin bataklığına sürüklemiştir. 1801 yılında bugün kullandığımız ilk rafine beyaz şekerin endüstriyel üretimine geçilmesiyle başlayan ve 1900’lü yıllarda dünyayı saran hedonist/hazcı tüketim döneminde, çok sayıda gıdanın şüpheli hâle getirilmesinin yanı sıra israf artmış ve diğer ahlâki değerler de tahrif edilmiştir.
Çok değil, bundan on beş-yirmi yıl önceleri etil alkol barındırdığı için, eline kolonya128 bile sürmeyen, hatta elbisesine kolonya damladığı için elbisesini yıkamaya kalkan insanlara ne oldu da, haram veya şüpheli gıdaları tüketmede birbirleriyle yarışır hâle geldiler? Ne değişti ya da insanları değiştiren şey neydi? Bazı Müslümanlar, gıda sorununun sürekli konuşulmasından neden rahatsızlık duymaktalar? Yoksa şeytan yasaktan bir kez tattırdığında yapılamayan tövbe onları bu hâle mi getirdi?
Şeytan şöyle dedi: “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım, ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler.” İblis, Hz. Âdem’i kandırıp yasak ağaçtan yedirdiğinde Allahü Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.) ve Hz. Havva’ya, “Ben size bu ağacın meyvesinden yemenizi yasaklamadım mı? Şeytan apaçık bir düşmandır demedim mi?” demiş ve onları Cennet’ten kovmuştu. Cennet libasları üzerlerinden çıkarıldığı hâlde dünyaya inen Hz. Âdem ve Hz. Havva nasıl tövbe edeceklerini bilememiştiler. Fakat Allah (c.c.) onlara merhamet edip, nasıl tövbe edeceklerinim öğretmişti. Bu kez onlar, “Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik, eğer sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ki ziyana uğrayanlardan oluruz””1 diye dua ettiler. Allah (c.c.) dualarını kabul etti.
Birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte zikrolunduğu üzere, bizler de bize konulan had/sınırların, aşılıp aşılmaması konusunda imtihan ediliyoruz. Şeytan bize sürekli bu yasaklardan tatmamızı telkin ediyor. “Ümmetimden bir zümre, şaraba alkole/haramlara bir başka ad takarak onu içmedikçe, geceler ve gündüzler tükenmeyecek Kıyamet gelmeyecek” hadis-i şerifinde altı çizildiği üzere, ‘başka çare yok, ne yapalım aç mı kalalım, ben mi ekledim, ekleyen düşünsün, madem öyle devlet niye yasaklamıyor, onu yeme bunu yeme ne yiyelim’ gibi bahaneler üreterek haddi aşmamızı teşvik ediyor şeytan! Ne yazık ki çoğumuz da bu tuzağa düşüyoruz.
Hz. Âdem’in bir şansı vardı; o hatayı Cennet’te işlemiş ve ceza olarak dünyaya gönderilmişti. Dünya hayatında tövbe etme, Allah’ın (c.c.) rızasını kazanma imkânına sahipti. Hâlbuki bizler bu şansa sahip değiliz. Çünkü dünyada hata edip, bir daha bu hataya düşmemek şartıyla tövbe etme şansını kaçırdığımızda, ahirette yapacağımız tövbenin hiçbir anlamı olmayacak. Allah (c.c.), Hz. Âdem üzerinden bize “Bundan böyle kim zikrimden, Kuran ve hükümlerinden yüz çevirirse hevâsına ve nefsine hoş gelene uyarsa, şüphesiz ki onun için dar bir geçim, sıkıntılı bir hayat vardır. Kıyamet günü onu kör olarak haşr ederiz”uyarısında bulunuyor. O halde ne kadar yasak ağaç varsa tümünün meyvesini bırakmanın şimdi tam vakti.