Bağırsak florası ile insanlar arasındaki simbiyotik ilişki
Son yıllarda yapılan çalışmalar bağırsak florası ile insanlar arasındaki simbiyotik ilişkinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Sindirilemeyen maddelerin fermantasyonla emilmesine yardımcı olmak, hücre büyümesini teşvik etmek, bağışıklık sistemini eğiterek sadece patojenlere cevap vermesini sağlamak ve böylelikle zararlı organizmaların sindirim sisteminde büyümesini engellemek gibi yararlı fizyolojik işlevleri göz önüne alındığında, bağırsak florasının insan sağlığını dengede tutmadaki rolü yadsınamaz. Sindirim sisteminde yer alan trilyonlarca bakteriden bazılarının (bunlara E. coli grubu da dahildir) hücre yüzeylerinde belirli karbonhidrat yapıları vardır. Bu yapıların bazıları, bağışıklık sistemi tarafından patojenik yani hastalık yapan madde olarak teşhis edilir ve hastalık yapan etkene cevap olarak yüksek miktarda antikor üretilir. Portekiz’deki Instituto Gulbenkian de Ciencia (IGC) uzmanları tarafından yürütülen bir çalışmada, bağışıklık sisteminin, bağırsak florasındaki belirli bakterilerin hücre yüzeyini kaplayan karbonhidrata cevap olarak ürettiği “doğal” antikorların sıtma hastalığına karşı koruyucu işlevi olduğu bulundu.
Araştırmacılar çalışmanın ilk adımında a-gal (alfa-galaktoz) denilen karbonhidrat molekülünün, sıtmaya yol açan Plasmodium parazitinin ve insan bağırsak florasında bulunan Escherichia coli (E.coli) bakterisinin yüzeyinde bulunduğunu gösterdi. Yapılan deneyler ışığında, farelerin sindirim sistemlerinde yaşayan bakterilerin “doğal” anti-a-gal antikorlarının üretimini tetiklediği ve sivrisinekler tarafından taşınan Plasmodium paraziti ile karşılaştıklarında fareleri sıtma hastalığına karşı korumak için yeterli oldukları gösterildi. Çalışmada bu antikorların, sivrisinek tarafından enjekte edildiği anda parazite saldırdığı ve daha hastalığın patolojik etkileri görülmeden koruma sağladığı bulundu. Ayrıca sıtmanın yayılmasının engellenmesi açısından da anti-a-gal antikorlarının önemli bir rolü olduğu gösterildi.
Daha önce yapılan araştırmalarla, sindirim sistemlerinde düşük miktarda anti-a-gal antikoru bulunan kişilerin sıtmaya yakalanma riskinin daha yüksek olduğu görülmüş. Buna karşın yüksek miktarda bu antikorlara sahip olanların sıtmaya yakalanma riskinin daha düşük olduğu belirlenmiş. Alınan sonuçlar, 3-5 yaş arasındaki çocukların sıtmaya yakalanma risklerinin yetişkinlere göre yüksek olmasının, bağışıklık sistemlerinin henüz yeteri kadar a-gal karbonhidrat yapısını tanıyan doğal antikor üretememiş olmasından kaynaklandığını gösteriyor.
IGC uzmanlarının gerçekleştirdiği çalışmanın bir diğer aşamasında ise standart aşılama yoluyla a-gal karbonhidratına karşı antikor üretmenin mümkün olup olmadığı ve eğer mümkünse bu aşılamanın sıtmaya karşı etkinliği araştırılmış. Sentetik a-gal karbonhidratını kullanan araştırmacılar farelerin bu aşılamaya cevap verdiğini ve yüksek düzeyde anti-a-gal antikoru ürettiğini gözlemlemiş. Ayrıca farelerin Plasmodium parazitini taşıyan sivrisineklere karşı korunduğu da teyit edilmiş. Aynı aşılama yönteminin insanlar üzerinde uygulanma potansiyelinin olup olmadığı ise henüz bilinmiyor.
Aslında insanlarda sıtmaya karşı doğuştan kazanılan ve yüksek potansiyeli olan bir savunma mekanizması var. Ancak bu mekanizmanın verimli çalışması için bağırsak florasının olgunlaşması gerekiyor. Bebeklerde ve çocuklarda bu floranın olgunlaşması ancak 4-5 yaşından sonra gerçekleşir. Daha öncesinde hâlâ değişiklikler olabilir. Eğer çocukların bağırsak florası agal karbonhidratı içeren probiyotik bakteriler ile şekillendirilip zamanından önce olgunlaştırılabilirse, anti-agal antikor üretimi artırılarak sıtmaya karşı koruma sağlanabilir. Bu çalışma sayesinde gelecekte 5 yaşın altındaki çocuklarda sıtmaya karşı ucuz bir şekilde aşılama mümkün olabilecek. Böylece Plasmodium parazitine karşı savaşta başarı sağlanarak milyonlarca kişinin hayatı kurtarılabilecek.