Kültür balığı GDO’lu mu ve yenilebilir mi?
Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili, 8333 km. kıyı uzunluğuna sahip olan bir ülke. Yaklaşık, 25 milyon hektar kullanılabilir su ürünleri üretimine uygun iç su kaynakları alanı, 177.714 km. uzunluğunda nehirleri, 200 adet doğal, 243 adet baraj gölü ve 750 adet sulama göleti olmak üzere, toplam 1193 adet iç su kaynağı gibi müthiş su ve dolayısıyla balık rezervi olan bir ülke. Ama bütün bu değerli kaynaklara rağmen, ölçüsüzlük, kontrolsüzlük ve plansızlık yüzünden ne acı ki, balık sorunu yaşayan bir ülke. Son yılların en popüler balık üretimi, ‘kültür balığı’ denilen özel üretim balıklarıdır. Artık, özel çiftliklerde veya denizlere kurulan kafeslerde; levrek, çipura, gökkuşağı alabalığı, Karadeniz alabalığı, kalkan balığı, somon ve mersin balığı gibi birçok tür, suni yemlerle beslenerek büyütülmektedir.
Türkiye’ye, ABD veya Norveç gibi ülkelerden, verimlilik oranı yüzde 98, ‘dişilik garantisi yüzde 100 olan, bu genetik yapısı değiştirilmiş balık yavruları ithal ediliyor. Türkiye’de yavru üretimi, Kasım ve Şubat ayları arasında elde edilebilirken, özellikle ABD’de yılın her ayında yavru elde edilebiliyor. İthal yavrular kısırlaştırılmış türler olduğu için, içlerinden anaç ayrımı yapılamaz. Bu nedenle, yumurta veya sperm vermezler. Böylece, üretici kendi yavrusunu elde edemediğinden, sürekli ithal ürün kullanmak zorundadır.
Tesislerde balığın hızlı yetişmesi için ‘mevsim kandırma denilen işlemler uygulanır. Photoperiod/fotoperiyot denilen işlem uygulanıp, balığın mevsim şaşkınlığı yaşaması sağlanıyor. Böylece dişi veya erkeklerin doğal periyodunun dışında yaşatılıp, yumurta ve sperm, dolayısıyla yavru vermesi sağlanıyor.
Balıklar, tabiî ortamlarında dölleme işlemleri yaparlar. Ancak kültür balığı üretiminde, normal dişi ve erkek balık gözlenmeye alınır ve erginleşmiş yumurta, elle bir kaba sağılır. Sonra erkek balık alınıp, spermi bu kaba sağılır. İkisi karıştırılarak döllenme sağlanır. GDO’lu türlerde bu işlem yapılamaz veya yapılsa bile verimsizdir. Bu nedenle, ister deniz kafeslerinde olsun, isterse de özel çiftliklerde yetiştirilsin, balıkların GDO’lu olma ihtimali yüksektir. Ancak, çoğu üretici bu durumdan haberdar bile değildir.
Trabzon Su Ürünleri Araştırma Merkezi Enstitüsünün sitesinde, genetik değişiklik çalışmaları yapıldığı yönünde iddialar yer almaktadır. İddia diyoruz, çünkü Türkiye’de kamu sitelerindeki bilgilerin ne kadar güncel ve kontrolden geçtiğinin bir garantisi olmadığından, yanıltıcı olabilir. Enstitü’nün sitesinde şu ifadelere yer veriliyor: “Günümüz dünyasında, hayvan ve bitkilerin kopyalanması, gen transferi, üstün özellikte türlerin geliştirilmesi, artık hayal olmaktan çıkmıştır. Çok büyük paralar gerektirmesine rağmen, bu çalışmaların ülkemizde su ürünleri konusunda başlatılması, gelecekte bu sektörün önünün açılması için önem taşımaktadır. Bu bölümün faaliyetleri, enstitümüzde yeni kurulan genetik laboratuvarında sürdürülmektedir. Bu laboratuvarda, enstitümüzün proje ve deneme çalışmaları devam eden Karadeniz alabalığı (Salmo trutta labrax, Pallas, 1811), mersin balığı (Acipenser guldenstaedtii) ve kalkan balığı (Psetta maxima) gibi türler üzerinde farklı çalışmalarının yürütülmesi planlanmaktadır;”M7 Çalışmanın başarıya erişip erişmediğini, erişmiş ise bunların piyasaya verilip verilmediğini, genetik değişikliğin tescilinin alınıp alınmadığını bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz; Türkiye’nin şu veya bu şekilde bu GDO hastalığına duçar olduğudur.
Kültür balıklarındaki diğer iki sorun ise; balıkların yetiştirilmesinde kullanılan kimyasallar ve yemlerdir. Kültür balığının genetik yapısının değiştirilmesi için, uygulanan gayri İnsanî işlemlerin dışında, yumurtaya bakteri ve mantarlara karşı kimyasal aşılama yapılır.
Her türlü olumsuzluğa rağmen, tabiî ortamlarında yetişen balıkların lezzeti ve kalitesi hiçbir şartta, kültür balıklarından elde edilemez. Çünkü tabiî ortamlarda yetişen balıklar, fıtratlarına uygun yetişirler, insanların denize bıraktıkları zararlı atıklardan az veya çok etkilenme dışında, tabiî seleksiyonlarım sürdürerek ürer, beslenir ve büyürler. Bu nedenle lezzetlidirler, besin değerleri yüksektir ve dış -insanlara ait- atıklar yüzünden yaşadıkları etkiler dışında, hiçbir zarar barındırmazlar Su Ürünleri Yönetmeliğinin izniyle, kültür balıkçılığında ‘malahit yeşili’ denilen zehirli bir kimyasal madde kullanılmaktadır. Suda çözündüğü zaman, deniz canlıları için; antiseptik, parazit önleyici, mantar ve bakteriyel enfeksiyonları önleyici özelliği olan bu madde, kanserojen bir maddedir ve kanserojen olduğu için birçok ülkede yasaktır. Bu madde; ipek, deri ve kâğıt boyamasında, mikroskobik analizlerde, kriminal uygulamalarda kullanıldığı gibi, balık yumurtalarındaki saprolegria’ adı verilen bir mantar hastalığını önlemesi amacıyla da kullanılır.
Bu maddenin kullanımı Tarım Bakanlığının sitesinde şu şekilde anlatılmaktadır: “İnkübasyonun ikinci gününde, mantar gelişmesini önlemek için yumurtalar ‘malahit/malaşit yeşili’ ile muamele edilirler. İnkübasyon şişesine, suyla birlikte 1:200.000 oranında malahit yeşili verilir. Malahit yeşili çözeltisinin şişede, 5 dakika durmasına izin verilerek, yavaşça ve suyla uzaklaşması sağlanır:” Bu maddenin kullanımı kanserojen olduğu halde serbest ama uzmanların yaptığı testler sonucunda, 2 sene boyunca 100 ppb (milyarda bir) yoğunlukta malahit yeşili ile beslenen sıçanlarda, tümör oluşumu tespit edildi. Böylece kimyasalın kanserojen olduğu kanaatine varıldı.
Malaşit yeşilinin kullanımı konusunda, Tarım Bakanlığına yönelttiğimiz sorulara, Koruma Kontrol Genel Müdürlüğünden gelen cevap şöyle: “Malaşityeşili, ülkemizdeki su ürünleri yetiştiricilik çiftliklerinde, 2002/68 sayılı Tebliğ ile belirtilen yasaklı maddeler (A6 grubu) arasında yer almamasına karşın, kullanılmasına izin verilen veteriner ilaçlarına ilişkin, kalıntı limitlerinin belirtildiği 2002/30, 2009/23 sayılı tebliğlerde de yer almaması nedeniyle, kullanımına izin verilmeyen bir maddedir. Malaşit yeşili (veya anilin yeşili, elmas yeşili B, Victoria yeşili B) boyamada kullanılan kanserojen kimyasal bir maddedir. Bakteriyolojide, boyar madde olarak kullanılır. Malaşit yeşili vücuda alındığında ise metobolizma tarafından iki ayrı forma çevrilir. Karbinol formu, hücre zarlarından hızlı geçme özelliğine sahiptir. Hücre içine girdiğinde ise, lökomalaşit yeşili adındaki forma çevrilir. Lökomalaşit yeşili zehirli olmasına rağmen, vücutta diğer formlardan daha uzun tutulur. Malaşit yeşili ve başlıca meta-boliti olan löko-malaşit yeşilinin, mutajenik ve kanserojenik etkisi olduğu, ayrıca yapılan farklı araştırmalarda çeşitli organ hasarlarına neden olduğu rapor edilmiştir.”
1992’de Kanada’da; malahit yeşili barındıran deniz ürünlerini yiyen kişilerde sağlık bozuklukları tespit edildi. Kimyasal, Kanada’da 2. Sınıf Sağlık Riski ile sınıflandırıldı. Çünkü kimyasalın, karaciğer tümörü oluşturduğu belirlendi. Günümüzde, malahit yeşilinin ucuzluğu ve kullanım kolaylığı sebebiyle, bazı ülkelerde su ile alâkalı ürünler dışında da kullanımına izin verilmektedir.
2005’te Çin ve Tayvan, Hong-Kong’da yapılan araştırmalarda, balıklarda bu zehirli maddenin bulunduğu tespit edildi. 2006’da FDA, Çinden yiyecek amaçlı olarak ithal edilen balıklarda, bu kimyasaldan tespit etti. Haziran 2007’de FDA, Çinden ithal edilen su ürünlerinde, malahit yeşili bulunmasından dolayı bu ülkeden ithalatı yasakladı. Malahit yeşilinin kullanıldığı balık tesislerinden akan sular, ulaştığı tüm çevrelere bu kimyasalı taşımakta ve daha büyük zararlara neden olmaktadır.
Bütün bu bilgilere rağmen, görüştüğümüz bazı üreticiler, bu malahit yeşilinin piyasada satıldığını söyleyip, bir kısmı kullanmadığını beyan ederken, bir kısmı ise kendilerinin de zaman zaman kullandığını, bir sorunla veya şikâyetle karşılaşmadıklarını belirtmişlerdir.
Kültür balıklarındaki diğer bir sorunun, yemler olduğunu söylemiştik. Doğal ortamda yetişen balıkların etleri, kırmızımsı veya pembe olur. Kültür balıklarının rengi ise beyazdır. Bu ayrıntının bilincinde olan tüketicileri yanıltmak adına, kültür balıklarını kırmızı veya pembe göstermek için bazı yemlere, yapay renklendirici ilâve edilebilmektedir. Kuşkusuz bu yemler de balıkların yapısını, tıpkı tavuk ve sığırlarda olduğu gibi belirler.
Sektörle direkt ve dolaylı olarak ilişki içinde olan bazı akademisyenlerin, kültür balıklarının tabiî balık türlerinden daha güvenli olduğunu belirten manipülatif açıklamalarının yanı sıra, gerçeği dile getirenler de yok değil. Prof. Dr. Yaşar Gürgen, ‘Doğal ve Kültür Balıklarının Et Kalitelerinin Karşılaştırılması’ makalesinde, bu durum hakkında şu görüşleri dile getiriyor: “Yetiştiriciliği yaygın olarak yapılan alabalık, çipura ve levrek, şekil bakımından doğal çeşitlerine göre, daha tıknaz bir yapı kazanır. Genel olarak doğal çeşitler, kültür çeşitlerine göre daha renkli ve parlak görünürler. Bazen üreticiler, kültür çeşitlerindeki bu eksikliği gidermek için, tıpkı yumurta sarısının renklendirilme-sinde olduğu gibi, diyetlere sentetik pigment ilâve ederek, bu sorunu gidermektedirler. Besin bileşenleri bakımından, bugüne kadar yapılan çalışmalarda en göze çarpan fark, kültür balıklarının, doğal olanlara göre daha fazla miktarda yağ içermesi olmuştur. Pek çok balık türünün kültür çeşitleri, doğal çeşitlerine göre karın boşluğu etrafında ve içinde önemli miktarda yağı içerir. Kültür ve doğal balığın içerdiği yağ miktarının ya-nısıra, yağın kalitesi bakımından da farklar bulunmaktadır. İnsan sağlığı açısından çok önemli olan omega-3 yağ asitlerinin oransal miktarı, doğal çeşitlerinde daha yüksektir.”
Balık yemlerinde, türüne göre değişmekle birlikte; balık ve diğer deniz hayvanlarından oluşan unlar, diğer hayvansal unlar, vitaminler, renklendirici kimyasallar, soya ve mısır gibi GDO’lu bitkiler kullanılmaktadır. Her şeyi, kayıp ve kazanca en-dekslemiş olan kapitalist ve materyalist anlayışın önceliği; insan sağlığı değil, ürettiği hayvanların bir hastalığa yakalanarak ölmemesidir. Ölümler, önemli bir ekonomik kayıptır. Bu kaybı yaşamamak için, hayvanlara antibiyotik vermekten hiçbir zaman çekinmez. Bunların kalıntı oluşturması ve tüketiciye zarar vermesi, kimsenin umurunda değildir. Bilim ineğinin kutsal sığınağı doz maskaralığı, hemen yer yerde geçerli olduğu gibi; tavukta, sığırda ve balıkta da geçerlidir.
İslâm balığa nasıl bakar?
Suda yaşayan hayvanlardan olan balık, mezheplerin tümüne göre ittifakla helâldir. Ancak kendiliğinden ölüp, suyun üstüne çıkmış olan balıklar, Hanefilere göre helâl olarak kabul edilmezken, diğer mezheplerce helâl sayılır. İmam Malik, su domuzu yemeyi kerih görmüştür. Bütün bu hükümler, balığın helâlliğine delalet ederken, temizliğine delalet etmeyebilir. Çünkü, Kur an-ı Kerim helâl gıdaların temiz olmasını da öngörür. Yiyen kimseye zarar veren, kanser yapan kimyasallar barındıran bir ürün fıkıhçılar tarafından cevaz verilen bir gıda değildir. Zaten, GDO meselesine Vukufiyeti olan yüksek fıkıhçılar tarafından, genetik yapısı değiştirilerek üretilen ürünler, helâl ve temiz kapsamında kabul edilmiyor. Bu durumda, tüketicilerin kültür balıklarının tüketilebilirliği üzerinde düşünmesi gerekiyor.