Et İçin Hayvalara Verilen Hormonlar

Et İçin Hayvalara Verilen Hormonlar

ETTEKİ HORMONLAR

AVRUPALILAR BİRŞEY Mİ BİLİYOR? BÜYÜKBAŞ HAYVANLARDA BÜYÜMEYE DESTEK olarak hormon kullanılmasını 1980’lerin sonlarında yasakladılar ancak bu uygulama Kuzey Amerika’da hâlâ yaygın olarak sürdürülmektedir. Neler oluyor? Dünyanın en iyi bilimadamlarından bazılarının yaşadığı iki kıta aynı bilimsel kanıtlara dayanarak nasıl oluyor da farklı sonuçlara ulaşabiliyor? Belki kanıtlar kesin olmadığı için, belki de işin içine bilimden başka şeyler de karıştığı için.

hormonlu hayvan

Büyüme destekleyicilerinin işe yaradığı konusu tartışma götürmez, en azından büyükbaş hayvan üreticileri için. Yeme katılan ya da hayvanların kulaklarına yerleştirilen streoid hormonları büyümeyi aşağı yukarı yüzde 20 oranında arttırır ve çiftçilerin tedavi görmeyen ineklerde yüzde 15 daha az yem kullanmalarını sağlar. Bu uygulama, daha düşük tüketici fiyatlarına dönüşür ki bu Atlantik’in her iki tarafından da et satın alanların bildiği bir şeydir; ama insan sağlığı açısından ne pahasına?

Hormon hikâyemiz bizi, Charles Dodd’un İngiltere’de ilk kez doğal östro-jeni taklit eden bir bileşeni sentezlediği 1938 yılına götürür. Üretilmesi kolay ve ucuz olan diethylstilbesterol (DES) hemen bütün ilgiyi üzerine topladı. Ağızdan alınabiliyor, kadınlara düşüğün önlenmesi ve menstrual sorunlar, menapoz belirtileri ve sabah bulantılarını tedavi etmek konusunda umut vaat ediyordu. Ancak çiftçileri heyecanlandıran, DES’in hayvanlar üzerindeki et-kisiydi. Yemlerine bu bileşik eklendiğinde kümes ve çiftlik hayvanları daha hızlı kilo aldı. DES’in insanlarda tıbbi kullanımının onaylandığını göz önünde bulundurursak 1954’te yemlere eklenmesinin onaylanması fazla bir endişe uyandırmadı. Ancak çok geçmeden bazı huzursuzluklar başgöstermeye başladı. DES’e maruz kalan erkek tarım işçilerinin göğüslerinin büyüdüğüne dair konuşmalar, kümes hayvanlarındaki DES’nin genç kızların ergenliğe erken girmelerine neden olduğuna dair fısıltılar vardı. Bunlar hiçbir zaman onaylanmadıysa da 1959’da DES kümes hayvanı ve kuzu üretiminde yasaklandı. Hamileliği sırasında hormonu alan kadınların kız çocuklarında seyrek görülen bir tür vajinal kanserle bağlantı kurulduktan sonra bile büyükbaş hayvanlarda kullammı devam etti. Piyasada tüketilen etlerde hiçbir kalıntısı tespit edilmemesine rağmen kanserle arasında kurulan bu ilişki nedeniyle 1979’da DES’nin hayvan yemlerine konması yasaklandı.

Yasaktan çok önce DES’nin kullanılması hakkındaki endişeler kadar etkili olması da diğer hormonların potansiyel büyüme desteği olarak araştırılmasını teşvik etti. Hayvanlar estradiol, progesteron ve testosteronu doğal olarak ürettiği için bunlar ideal adaylardı. En büyük zorluk, bu hormonların sentetik versiyonlarının yaratılmasının maliyeti olmuştu ancak bu sorunun üstesinden gelindiğinde DES’ye yem katkıları ve implantları olarak eklendiler. DES yasaklandığında bu doğal hormonlar, iki sentetik bileşenle (zeranol ve melengestrol asetat) çiftçilere büyüme destekleyicisi olarak iyi bir seçenek sundular.

DES pazardan kaldırıldıktan beş yıl sonra İtalyan araştırmacılar, 1970’lerin sonları boyunca piyasada olan ve hormonlu dana etinden yapılan bebek mamaları yüzünden İtalyan okul çocuklarında bir salgın olarak göğüs büyemesine rastlandığını belirten bir makale yayınladı. Ellerindeki kanıt, rastgele toplanan bebek maması kavanozlarından üçte birinde bulunan DES ile tutarlı olan ost-rojenik aktiviteydi. Bu, çok kesin bir kanıt olmamaklar birlikte Avrupalı tüketici gruplarının hormonların hepsini aynı kefeye toplayıp hayvanlarda kullanılmasına karşı saldırıya geçmelerine yetti. 1982’de aynı İtalyan araştırmacılar bebek mamalarında hiçbir DES izine rastlamadıklarını rapor etti ve diğer bilimadam-ları daha önce bulunan artıkların bu maddenin kara borsada uygunsuz bir şekilde kullanılmasından kaynaklanmış olabileceğini öne sürdü.

Tüketicinin endişelerini göz önünde bulunduran Avrupalı tarım bakanlıkları bir bilimadamı komitesinden bu konuyu araştırmasını istedi. Varılan sonuç, “doğal ya da sentetik büyüme destekleyicilerinin yasaklanması için hiçbir bilimsel temel olmadığı’ydı. Yine de yasak uygulandı çünkü Avrupa Birliği tarım komisyonu üyesinin açıklamasına göre “bakanlar bilimsel doğrulardan çok siyasi gerçeklere daha fazla önem vermeye karar vermişlerdi.” Bu “siyasi gerçekler”, yasağın Amerikan sığır eti ithalinin engelleme ve yerel üreticilerine destek verme olasılığını da içeriyor olabilir.

Bilimsel danışma komitesi başkanlığı yapan, Nottingham Üniversitesi profesörü Eric Lamming, bu karardan dolayı açıkça hayalkırıklığına uğradı. “Yanlış bilgilendirilmiş tüketici baskısı uğruna bilimsel kanıtların gözardı edileceği aklıma gelmezdi” diyerek rahatsızlığım dile getirdi. Ancak hormon kullanımının güvenli olduğuna dair bilimsel kanıtımız gerçekten var mı? Hayır. Bilim hiçbir zaman güvenliği garanti etmez, yalnızca olası zararı ortaya koyar. Etteki eser miktarda hormonlardan bir yerlerde birilerinin olumsuz olarak etkilenme olasılığı her zaman vardır. Ancak şunu da göz önünde bulundurmak gerekir: Bir yetişkin erkek her gün 136 bin nanogram östrojen üretir. Bunu, hormon verilen bir sığırın 170 gramlık bir porsiyon etinde bulunan 4 nanogramla ya da hormon verilmeyen bir hayvandaki 3 nanogramla kıyaslayın. Ya da bir yemek kaşığı soya yağındaki 28 bin nanogramlık östrojenik bileşenlerle. Bir yumurtanın içinde 12S gramlık sığır kıymasındakinden 45 kat daha fazla östrojen olduğunu da göz önünde bulundurun. Birada da etten çok daha fazla östrojenik bileşenler vardır. Doğum kontrol hapları ya da hormon replasman takviyelerinden hiç bahsetmiyorum bile. Hormonlara bu kadar büyük miktarlarda maruz kaldığımız göz önünde tutulursa ette bulunan bu minik miktarların herhangi bir önemi olacağını düşünmek bile çok zor. Sorumsuz üreticiler tarafından hayvanlarda yersiz hormon kullanımı elbette ki bir sorundur. Gübrelik dışkılarında bulunan ve oradan da doğal su kaynaklarına karışan hormonlarla ilgili de haklı olarak kaygı duyulabilir. Yine de ette bulunan hormondan çok, içerdiği doymuş yağ ya da ızgarada pişirildiğinde veya kızartıldığında kanserojen bileşenler meydana getirme eğiliminden dolayı endişelenmek daha mantıklıdır.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir