Antibiyotik Artıklar

Antibiyotik Artıklar

ANTİBİYOTİK ARTIKLARI

GENEL ANLAMDA İLAÇLAR HASTALIKLARI İYİLEŞTİRMEZ. TANSİYONU, kolesterolü düşürebilir, ağrıyı azaltabilir, hormon seviyelerini düzenleyebilir, diyabetin kontrol altında tutulmasını sağlayabilir ya da ereksiyon sorununa iyi gelebilir ancak bütün bunların altında yatan sorunu çözmezler. Antibiyotikler dışında. Eğer teşhis bakteriyel enfeksiyonsa doğru antibiyotik tedavi edici olacaktır. En azından şimdilik. Ancak bu mucize hapların geleceği daha belirsizdir. Antibiyotik direnci büyük bir sorun haline gelmektedir.

Antibiyotik Artıklar

insanlar gibi bakteriler de biyokimyasal olarak benzersizdir. Bir grup insana soğukalgınlığı virüsü verdiğinizde hepsi birden soğukalgınlığına yakalanmaz. Buradan anlaşılan, bağışıklık sisteminin dışarıdan gelen saldırılarla başa çıkma kapasitesinin kişiden kişiye değiştiğidir. Aynı şekilde bazı bakteriler de antibiyotiklerin saldırılarından kurtularak hayatta kalabilir ve genlerini kuşaktan kuşağa aktarabilirler. Bunun sonucunda orijinal antibiyotiğe karşı dirençli olan bir bakteri nüfusu oluşur. Bu tür bir direnç antibiyotik kullanımının kaçınılmaz sonucudur ve buna karşı sahip olduğumuz tek korunma yöntemi, bu güçlü ilaçları akıllıca kullanmaktır. Ne yazık ki bu konuda her zaman akıllıca davranılmıyor.

İlaç şirketleri birçok antibiyotik türünü başarıyla geliştirdiği için birine karşı direnç ortaya çıkarsa onun yerine bir başkasının geçmesi mümkündü. Bugüne kadar bunun böyle olduğu kanıtlandı ancak antibiyotik dolabı git gide boşalıyor. Ve son antibiyotik kaynağı olan vankomisine karşı direnç görüldüğüne dair birkaç tüyler ürpertici rapor yayınlandı. Söylenen basitçe şu, ne kadar çok antibiyotik kullanılırsa etkinliğini koruması o kadar düşük bir olasılıktır. Amerikan Hastalık Kontrol Merkezlerinin tahmine göre tüm antibiyotik reçetelerinin üçte birinin gereksiz olduğunu göz önünde bulundurursak büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz açıktır.

Hekimler bunun farkına varıp antibiyotik yazma konusunda daha cimri davranıyor. Ancak başka bir mesele var. Rakamlar tartışmaya açık olsa da Kuzey Amerika’da bir yılda üretilen 13 milyon kilogram antibiyotiğin 11 milyonu insanlar üzerinde kullanılmıyor. Bunlar domuzlara, kümes hayvanlarına ve büyükbaş hayvanlara veriliyor ve pek çok durumda tedavi amacıyla değil, gelişimlerini hızlandırmak için kullanılıyor.

1940’ların sonlarından itibaren subterapötik olarak adlandırılan antibiyotik dozları, hastalıkları önlemek ve kaliteyi arttırmak için hayvan yemlerine düzenli olarak katılmıştır. Hayvanların küçük dozlarda antibiyotik aldıklarında neden hızla kilo aldıkları tam olarak bilinmese de bunun hayvanların bağırsağındaki doğal bakteri popülasyonunu düşürerek besinler için söz konusu olan rekabetin azaltılmasıyla bir ilgisi olabilir. Bazı çalışmalarda, antibiyotik kullanımının bağırsak duvarlarını incelttiği ve besin emilimini arttırdığı da öne sürülmüştür. Ancak antibiyotiğin subterapötik kullanımının hayvanlarda antibiyotik direncinin artmasına yol açtığı ve bu bakterilerin insanları etkileyebileceği netlik kazanmıştır. Örneğin tavuklara tetrasiklin katılmış yemler verildikten 36 saat sonra dışkılarında antibiyotiğe dirençli E. coli görülmeye başlanacaktır. Bu bakterilere kısa sürede çiftçilerin dışkılarında da rastlanır. Ve bakterilerin genlerini birbirlerine geçirmesi -onları antibiyotiklere karşı dirençli yapanlar da dâhil olmak üzere- gerçekten de korkutucu bir manzaradır. Bu daha önce herhangi bir antibiyotiğe maruz kalmamış bakterilerin direnç kazanmış bakterilerle karşılaşmasıyla dirençli hale gelebilecekleri anlamına gelir. Bakterileri dışkısıyla atan hayvanları, bu dışkının gübre olarak kullanıldığım, gübrenin yer altı sularına karıştığını düşünün. Bakteriyel direnç sorununun nasıl mantar gibi yayıldığı açıkça ortaya konmuş olur.

İyi pişirme sayesinde bakteriler ölür ancak besin zehirlenmesinin yaygın olması yiyeceklerin sağlıksız işlenmesinin ve az pişirilmesinin de yaygın olduğunu gösterir. Bakteriyel besin zehirlenmesi nedeniyle hastalanan insanların çoğu tatsız kramplar ve ishal yaşarlar, antibiyotik tedavisine gerek kalmadan da iyileşirler. Bu durumda direnç, bir sorun değildir. Ancak çocuklar, yaşlılar ya da bağışıklık sistemi kötü olan insanların yaşadığı bazı vakalarda besin zehirlenmesinin tedavisi için antibiyotiğe ihtiyaç duyulur. Eğer bakteriler antibiyotiğe karşı dirençliyse bu hastalar vahim bir durumla karşı karşıya kalabilir. Örneğin, DanimarkalI talihsiz bir kadın, 1998’de Salmonella bulaşmış domuz eti yediği için ölmüştür. Hasta bakteriyel direnç yüzünden her zaman tercih edilen cip-rofloxacin (Cipro) adlı antibiyotiğe yanıt vermekte başarısız oldu. Danimarkalı bilimadamları bir dizi titiz çalışma sonucunda dirençli Salmonella yı bir domuz çiftliğindeki hayvanlarla genetik olarak eşleştirmeyi başardı. Sonuç şaşırtıcıydı. Bu domuzlar ciprofloxancinle tedavi edilmemiş ancak komşu çiftliklerdeki domuzlar edilmişti ve dirençli bakteriler çiftlikler arasında yer değiştirmişti.

Kuzey Amerika’da kinolon olarak bilinen antibiyotikler kümes hayvanlarındaki enfeksiyonları tedavi etmek için 1995’ten bu yana kullanılıyor. Bunun, tavukların sağlığı için çok iyi olsa da insanlar için o kadar da iyi olmadığı ortaya çıktı, insanlarda bakteriyel mide ve bağırsak iltihabının en yaygın nedeni Campylobacter jejuni’dir ve genellikle bundan kümes hayvanları sorumludur. Antibiyotiğe ihtiyaç duyulduğunda alışılageldik tercih ciprofloxacindir. Ancak çiftlik hayvanlarına kinolon verilmesinden bu yana ilaca direnç gösteren Campylobacter cinsleri türemiştir. Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu bunu o kadar ciddi bir sorun olarak değerlendirdi ki bir kinolon türü olan Baytril’i direnç gösteren bakterinin ortaya çıkması yüzünden- yasaklanan ilk veteriner ilacı yaptı. Bu, Kuzey Amerika’da bu türde gösterilen ilk faaliyet örneği olurken Avrupalılar hayvan yemlerinde antibiyotik kullanımını 1980’den itibaren aşamalı olarak durduruyor. İsveç 1986’da antibiyotiğin büyümeyi destekleyici olarak kullanılmasını yasakladı, buna karşılık İsveçli çiftçiler, çiftliklerindeki hijyeni arttırarak yem bileşimlerini değiştirdiler. Ete antibiyotik katıldığındaki maliyetiyle aynı miktara üretilebileceğini gösterdiler. Avrupa Birliği de aynı şeyi yaparak 1 Ocak 2006’da hayvan yemlerinde büyüme desteği olarak antibiyotik kullanımını yasakladı.

Antibiyotikler harikulade ilaçlardır ve etkinliklerini korumak için elimizden geleni yapmalıyız. Hasta hayvanları tedavi etmek için bazı kullanımları haklı bulunsa da antibiyotik direnci üzerinde çalışan bir bilimadamının belirttiği gibi, “Cipro önemli bir antibiyotiktir, kümes hayvanları üzerinde müsrifçe kullanarak etkinliğine gölge düşürülmesine izin veremeyiz.”




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir