Tarım İlaçları Kullanılmalımıdır?

Tarım İlaçları Kullanılmalımıdır?

Tarım ilaçları ihtiyaçmıdır?

TARIM İLAÇLARI İĞRENÇ KİMYASALLARDIR. ÖYLE OLMALARI GEREKİR. Bizim yiyeceklerimize göz diken sayısız böceği, yabani otları ve mantarları tatlı kokular ile hoş tatlar savuşturmaz. Bu, zehirlerin işidir. Buradaki zor görevimiz tehlikeli kimyasalları güvenli bir şekilde kullanmaktır. Bu mümkündür. Modem tarım ilaçları öncekilere göre daha güvenli ve daha etkilidir. 20-30 yıl önce tarım ilacı uygulama oranları hektar başına kilogramla ölçülürdü, bugünse hektar başına gramla ölçülüyor. Modern tarım ilaçlarının doğasında var olan risk de toksiklik bilgisi bugünkünden çok daha dar kapsamlıyken onaylanandan azdır.

Tarım İlaçları

Tarım ilaçlarının ihtiyaçtan doğduğunu hatırlayalım. Ürünlerin yetişmesi her zaman böceklere karşı amansız bir savaşa sahne olmuştur ve bu savaşta çiftçiler kimyasal silahlara başvurmak zorunda kaldılar. Binlerce yıl önce Sümerler ürünlere saf sülfür serpmeyi öğrendi ve antik Romalılar kömür katranı yakmanın böcekleri meyve bahçelerinden uzaklaştırdığını keşfetti. Daha sonra kurşun ve arsenik bileşenlerinin zehirli olduğu ortaya çıkınca çiftçiler, insan sağlığına etkileriyle ilgili endişe duymadan kurşun arsenatın benzerlerini ürünlerine uygulamaya başladı. Artan nüfusu beslemek için yeterince besin üretmek birincil hedefti.

Tütünden nikotin, pireotu ve rotenon elde edildi, 19. yüzyıla gelindiğinde krizantem ve derris bitkileri sırasıyla kimyasal hammadde stoklarına eklendi. Klasik organofosfatlar olan malatiyon ve kloropirifos, II. Dünya Savaşı sırasında zehirli gazlarla ilgili yapılan araştırmalar sonucu doğdu ve savaş sonrası dönemde kimya alanında yaşanan hızlı gelişmeler DDT, benzen heksaklorür ve dield-rin gibi sentetik pestisitleri ortaya çıkardı. Böcekler ürktü, mantarlar şaşkınlıktan deliye döndü, yabani otlar soldu ve tarım ürünlerinde patlama yaşandı. Ve en azından gelişmiş dünyada yiyecek sıkıntısıyla ilgili endişeler yerini tarım ilaçlarıyla ilgili kaygılara bırakmaya başladı. 1960’larda Rachel Carson’un Silent Spring (Sessiz İlkbahar) adlı kitabı tarım ilaçlarının biyolojik çeşitlilik üzerindeki olası etkileriyle ilgili alarm verince mesleki zorunluluklarla tarım ilaçlarına maruz kalmanın sağlık sorunlarına neden olduğuna dair epidemiyolojik çalışmaların hayal meyal guruldamalarını duymaya başladık.

Gaz kromatografları ve kütle spektrometreleriyle silahlanmış analitik kimyagerler, tarım ilaçlarına maruz kalanların yalnızca çiftçiler ve kimyasal tarımla uğraşanlar olmadığını öğrendiğinde korkularımızı arttırdılar. Hepimiz maruz kalıyorduk! Bu kimyasalların artıkları aslında yediğimiz her şeyde bulunuyordu. Elma, Alar adında, meyvenin olgunlaşmadan düşmesini önleyen ve ağaçlara püskürtülen bir bitki büyüme düzenleyicisi tarafından kirletiliyordu. Popüler televizyon programı 60 Dakikanın 1989’da Alar’la ilgili hazırladığı bölümünde bir muhabir “elmanın üzerine püskürtülen bir maddenin besin kaynaklarımızdaki en etkili kanser yapıcı madde olduğu” gerçeği hakkında bizi aydınlatırken, klasik kafatası ve üzerinde çaprazlanmış kemik görüntüsüyle süslenmiş bir elmayı göstererek onu yerden yere vurana kadar bu kimyasal halkın ilgi alanının dışında kalmıştı. İnsanlar tepkilerini elma sularını lavaboya boşaltarak ve çocuklarının beslenme çantalarından elmaları çıkararak gösterdi. Alar’ın besin kaynaklarımızdaki en etkili kanserojen olduğu “gerçeği”, bir gerçek değildi. Doğru, Alar’ın yıkım ürünü olan 1,1-dimetil hidrazin farelere yüksek dozda verildiğinde gerçekten de tümör oluşumuna yol açıyordu, ancak düzenleyiciler Alar’ın ticari kullanımını onaylarken bu etkinin farkındaydılar. 60 Dakika tarafından altı çizilen kanserojenlik deneyinin tartışmalı olduğunu ve insan üzerindeki nasıl bir etki göstereceğine dair bir örnek oluşturamayacağını savunmaya devam ettiler.

Alar’ın bir risk içerip içermediği hâlâ tartışma konusudur ancak besinlerdeki pestisit artığı meselesini gündemin ilk sırasına oturttuğu şüphesizdir. Toksiko-loglar, bilimsel tarım uzmanları, doktorlar ve çevrecilerin hepsi kendi görüşlerini öne sürerek saldırıya geçti. Böylesine karmaşık bir tartışmada hiçbir derin bilgiye sahip olmadıkları açık olan tüketiciler onlara sürüler halinde katıldı. Dünyanın en saygın biyokimyacılarından biri olan, California Üniversitesinden Bruce Ames, sürekli olarak hem sentetik hem de doğal her türlü toksine maruz kaldığımızı ve bir insanın ortalama olarak yediği yiyeceklerde bulunan pestisit miktarının yüzde 99,9’undan fazlasının bitkilerin kendilerini böceklere ve mantarlara karşı korumak için ürettiği doğal bileşenler olduğuna dikkat çekmekte gecikmedi. Örneğin bazı sentetik pestisitler gibi yaşamsal bir enzim olan kolinesterazı engelleyen bileşenlerden solanin ve kakonini patates kendisi sentezleyerek oluşturur. Ancak biz, bu doğal pestisitleri içerdiği için patatesten uzak durmayız. Ames ve diğer uzmanlara göre vücut doğal pestisitlerle sentetik olanları farklı şekillerde ele almaz, bu nedenle besin kaynaklarımızda bulunan ve genellikle trilyonda bir parça ölçeğinde olan sentetik pestisit kalıntılarıyla ilgili yaratılan sıkıntının haklı sebepleri yok denecek kadar azdır. Bir futbol sahası alın, altı metre yüksekliğinde kumla tepeleme doldurun, içine bir zerre kadar kırmızı kum karıştırdıktan sonra onu arayın. Trilyonda bir parçayı bulmaya çalışıyor olacaksınız.

Bazıları, doğal toksinlerle ilgili yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığına itiraz ederek bunların varlığının sentetik tarım ilaçlarının serbestçe kullanımını haklı çıkarmayacağını savunur. Bu doğrudur, ancak tarım ilaçları kesinlikle serbestçe kullanılmaz. Düzenleyici kurumlar bir tarım ilacını onaylamadan önce çok sıkı deneyler yapılmasını talep ederler. Bu uzun ve karmaşık süreç, hayvanlar üzerinde kısa vadeli ve ömürleri boyu sürecek yoğun toksikoloji deneyleri, kanserojen olup olmadıklarını ve sinir sistemine zarar verip vermediklerini ölçen testler yapılmasını gerektirir. Doğuştan gelen bazı kusurların olmadığına dair kanıt gerekir. En az iki türde hormonal değişikliğin etkileri ile hedef niteliğinde olmayan türlerin üzerinde tarım ilaçlarının etkileri çalışılmalıdır. Tarım ilacına maruz kalma biçimi incelenir, yiyerek mi, soluyarak mı yoksa cilt temasıyla mı maruz kalındığı tespit edilir. Kümülatif etkiler incelenir. Çevresel etkiler için saha deneyleri de gerekmektedir.

Tüketiciler için belki de en önemli taraf, bir deney hayvanında hiçbir etki yaratmayacak olan maksimum dozun belirlenmesidir. Daha sonra bir insamn maruz kalmasına izin verilecek olan seviyeyi formüle edebilmek için bu doz en az 100 olan bir güvenlik faktörüne bölünür. Ve toplamdaki riski değerlendirebilmek için, besinin tüm yasal kalıntıların yüzde 100 unü içerdiği ve insanların bu besinden 70 yıl boyunca yediği varsayılır.Meyve ve sebzelerin yüzde 70’inden fazlasında algılanabilecek derecede tarım ilacı artığının olmadığı ve tüm zamanların yüzde 1 ’inde, normalin yüz katı güvenlik faktörü olan yasal limitin üzerine çıkıldığını öğrendiğimizde rahatlatmamız gerekir. Bütün bunlara rağmen tarım ilacından çok bakterilerden kurtulmak için ürünlerimizi iyice yıkamalıyız. 30 saniyelik temizlik çözünebilir ve çözünemez pestisit artıklarını tamamen ortadan kaldırmasa da belirgin oranda azaltır.

Bir maddenin mevcut olması onun bir risk oluşturduğu anlamına gelmez. Amerika Birleşik Devletlerindeki EWG (Environmental Working Group -Çevre İçin Çalışanlar Grubu) gibi organizasyonlar meyve ve sebzelerde bulunan pestisitferin listelerini öne sürmeye bayılır ve yeme alışkanlığımızı daha az pestisit alacak şekilde nasıl yeniden düzenleyeceğimizle ilgili tavsiyeler vermek için bunları kullanır. EWG en kalıcı şekilde etki altında kalmış “bir düzine kirli” meyve ve sebzeyi işaret etmiştir. İnsanların bu besinlerden uzak durarak ve “en az kirlenmişler” listesinde yer alan mısır, avokado, karnabahar, kuşkonmaz, soğan, bezelye ve brokoli gibi besinlerden yiyerek pestisite maruz kalma oranını yüzde 90 düşüreceğini iddia ederler. Elma, çilek, ahududu ve ıspanak, yarar-h olduğu bilinen fitokimyasallar içermesine rağmen “kaçınılması gerekenler” listesindedir. Ortaya referans değeri koymadan bir meyve ya da sebzenin diğerinden daha çok kirlendiğini söylemek her koşulda anlamsızdır. Buradaki kritik soru artıkların titizlikle belirlenen kabul edilebilir sınırları aşıp aşmadığıdır. Aşmıyorsa paniğe kapılmaya ne gerek var? Son derece küçük pestisit artığı miktarları yüzünden kuşkonmazı elmaya tercih etmeyi gerçekten de istiyor muyuz?

İnsan üzerindeki kanserojen etkileri belirlemek için hayvanları kullanmanın geçerliliği ile ilgili, kanserojenler için bir eşik etkisi olup olmadığı hakkında ve tek başına zararsızken bir araya geldiğinde zararlı olabilecek tarım ilacı artıklarının izlerine dair yapılan tartışmaların sonu gelmez. Tarım ilacı kullanmanın da! 2030 yılına gelindiğinde 10 milyar insan akşam yemeğine oturacak ancak tarım ilaçlan akıllıca kullanılmazsa sofradan aç olarak kalkacaklar.

Tarım ilacı olmayan bir dünya daha mı iyi olurdu? Görev icabı tarım ilaçlarıyla uğraşanlar ve çevre için, evet. Tüketiciler için, hayır. Tarım ilaçları olmadan alınan ürün miktarı belirgin oranda azalır, yıl boyunca bulunabilecek taze ürün miktarı sınırlanır, meyve ve sebzelerin bizi kansere karşı koruma özellikleriyle ilgili onca kanıtın ışığında halk sağlığı tehlikeye düşer.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir