Seminerlerin gücü
Seminerlerin gücü
Gerek çalıştığım çok uluslu işletmelerin seminerlerinden, gerekse ulusal işletmelere verdiğim seminerler esnasındaki bakışlar bana pozitif enerji verir ve zindelik kazandırır. Yaptıklarımın doğru olduğunu düşünür, kendimi mutlu hissederim. Bu çok doğal, pencerenin diğer tarafında ise dinleyenler. Özellikle konuya ilgi duyan, öğrenme merakı gözlerine yansıyanlar, öğrenmeye aç olanların pozitif etkileri kadar; esneyenler, yorgun bakışlar, aklı “bitse de gitsek” de olanlar az sayıda olsalar da beni oldukça rahatsız ederler.
Aslında bu o insanların gelişim adına bir şey hissetmemeleri, öğrenme merakı olmaması, asosyal yapıları ve sınırlı kapasiteleriyle asla bir yere gelemeyecek olmaları gerçeğine üzülürüm ve bu insanlar uzun bir zaman kafamdan çıkmaz. Bu kişiler hakkındaki düşüncelerimi ve yapmam gerekenleri sorgular ve ne yapılması gerektiği konusunda planlar yapmaya çalışırım; ama birebir konuşarak ilgilenmem ve özel eğitim gerektiği için uygulamakta zorlanırım, amacım bu insanlara bir şeyler verebilmektir.
Ancak tüm çabalarıma rağmen sosyokültürel ve sosyoekonomik yapımız buna izin vermez. Peki ne yapacak bu insanlar? Ne olacak halleri? Birincisi işlerini kaybedebilirler, işlerinde terfi ettirilmezler, hep ikinci planda kalırlar, yaratıcılık ve verimlilik adına işletmelerine bir şey kazandırmadıkları için yeni bir reorganizasyonda dışlanırlar ve bu özellikleri nedeniyle çalışma hayatından keyif almadıkları gibi mutlu da olamazlar.
İnsan yetenekli, yeteneklerini geliştiren, kullanan biri olsa dahi, yaşanması gerekenleri yaşamak zorundadır. Zekâ kullanımı insanın nasıl yönlendirdiğine bağlıdır; kuralını hiçe sayarcasına davranmak, es geçmek ve ertelemek sonunda karşılaşılan hezeyan strese döner, umutsuzluk karışımı iç hüzünler başlar.
Üstelemek başarının temel unsurudur. Kapıyı yeterince uzun süre ve yüksek sesle çalarsanız, binlerini uyandıracağınızdan emin olabilirsiniz.
Henry Wadsworth Longfellow
Bize göre eğitilmesi imkânsız gibi görünen pasif ve yeteneksiz karakter olarak tanımlanan biri, diğer birine göre çok yetenekli, hatta dahi olabilir. Bu konu hayatım boyunca en çok ilgilendiğim konuların başında geldi. İnsan benim için önemliydi ve neden böyle bir farklılık bana ya da bir başkasına göre yaşanmak zorunda kalınıyordu. Bir insan ya dahidir, ya değildir, ya sanat sevicidir ya da sanat rüzgârlarının esmediği bir yaşam sürdürür. Başarı öykülerini merak ederiz, anlatıldığında imrenerek dinleriz, öykü o kadar hoşumuza gider ki kendimizi içinde buluruz. Her başarı öyküsü insanın ufkunu ve bilinç dünyasını pozitif olarak etkiler, düşünce ufkunun büyümesine yardımcı olur.
Sonunda “keşke bende başarabilsem, böyle bir başarı öyküsü anlatabilsem, ama nasıl yapabilirim, çok zor, hayal gibi, nerde bende o şans, birinin yardımına ihtiyacım var, tek başıma yapamam ama hayali bile güzel” diye düşünürüz.
Özgüven saf bir pırlantaya benzer. Pırlantanın kaliteli olarak adlandırılabilmesi için, içerisinde hiçbir lekenin olmaması şarttır. Özgüven de böyle salt ve saf özellikler içermelidir. Bunu nasıl açıklayabilirim diye düşündüm. Pırlantanın kalitesini azaltan leke gibi, özgüvenin içerisindeki tedirginlik, kuşku, acaba gibi duygular insanın yapma, becerme duygularına yansır ve yapım aşamasında bu duyguların olumsuz etkileri o an kendini hissettir.
Düzelmesi olası en küçük aksiliklerde dahi paniğe kapılarak ya aksiliklerin sonuçları büyütülür ya da çok daha kötü sonuçlar beklenir ki bu yenilginin başlangıcıdır. Artık ne yaparsanız yapın kötü giden bir şeyler başlamıştır ve düzeltme şansınız yok denecek kadar azalmıştır. İşin enteresan tarafı kötü giden şeylerin sizin tarafınızdan hazırlanmış olmasıdır.
Başarının sırlarından biri, geçici başarısızlıkların bizi yenmesine izin vermemektir.
Mark Kay
Özgüvenin en büyük özelliği yapım öncesi psikolojik hazırlık, pazar araştırması, strateji, plan ve özellikle insan faktöründe hata yapmayan bir hazırlık döneminin aceleye getirilmeden geçirilmesidir. Bir A planının yanında bir de B planı hatta C planı sizin plan konusunda kriz dahil tüm olasılıkları dikkate alarak yaptığınızı gösterir. Ama yine de ters giden bir şeyler olabilir, düşünemediğiniz ya da beklemediğiniz aksilikler sizin hemen konuya hiçbir şey olmamış gibi aksilik detaylarını tek tek irdeleyerek odaklanmanızı ve bundan sonra “ne yapmalıyım?” soruları çerçevesinde revize plan yapmanızı gerektirebilir. Çünkü yeryüzünün yaradılış seremonisi hiçbir şeyin düşünüldüğü gibi gitmediğinin, yapılan plana rağmen yeni tedbirler alınması gerektiğinin farkında olup, buna her an hazır olunması gerçeğinin beynimizin bir kenarında olmasıdır. Çünkü yapmak istediklerimizi özelliklerimiz çerçevesinde planımızla gerçekleşmesi hesapları yaparız. Yapmaya çalıştığımız her neyse, iyi de gitse “ki iyi gitmesi hedefimizdir” kötü de gitse bu bizim eserimizdir. Olasılıklar karşısında gidişat ya da aksilikler her ne olursa olsun yaptıklarımıza sahip çıkmalı ve özgüvenimizi asla kaybetmemeliyiz; çünkü yaşam her aşamada da vardır önemli olan yaşadıklarımızın deneyim bilincini hissetmektir.
Hayatımızda yapılması gerekenlerin en önemlisi kendimizle ilgili olan konulardır. En çok zamanı kendimize ayırmalıyız, dikkatli gözlem özelliğimizle her şeyin farkında olmalı, analizlerimizle bir sonuca varmalı ve kendi kendimizi eğitmeliyiz. Ne yaparsanız yapın hayatınızdaki en zor uğraşı işte budur, yani kendinizle olan uğraşınızdır. Çünkü insanın kendisine en yabancı olan kendisi, en yakın olan ise yine kendisidir. Gerçekler bir kenarda sizi beklerken, hatalara yönelmenizi kendinize nasıl açıklayabilirsiniz, bırakın kendinize böyle ciddi bir konuyu açıklamanızı ve kabul etmenizi “ki bu olası değildir” yakınından bile geçmezsiniz. Siz gerçeklerle böylesine uzak bir yaşam sürdürdüğünüz sürece doğrulara nasıl ulaşabilirsiniz? “Siz ve yaptıklarınız, siz var oldukça var olacaktır” yimserliğinden kurtulmanın zamanının geldiğini birileri size söylemez, ta ki siz fark edinceye kadar. Bazen çok geçmeden şöyle bir dönüp geriye bakmak sanıyorum kaybedilenleri görmek için bir fırsattır ve bu fırsat mutlaka değerlendirilmelidir.
Geçmişte beni yaşam tarzları ve yaptıklarıyla ilgilendiren birçok insan var. Sokrates, Aristotales, Konfüçyüs, A.Graham Bell, Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Marie Curie ve Eins-tein bunlardan bazılarıdır. Her birinin hayat sürprizleri ve eşsiz yapıtları zamanımıza kadar gelmiştir. Yaşamlarındaki gizem, yapacakları konusundaki ipuçları sanki yapacaklarının hissedilmesi gibi algılanmış ve yaşamlarına duyulan hayranlıklara neden olmuşlardır. Tarihin tozlu sayfalarından günümüze gelen bilgilere göre her biri olmasını istediği konuda önce kendini planlamış, gerekirse karakteristik yapısını değiştirmiş sonra da hayallerini gerçekleştirmek çabasına girmiştir.
Zenginlik ve güzellikle birlikte bulunan ihtişam geçicidir ve kolay zedelenebilir. Erdem ise muhteşem ve ölümsüz bir servettir.
Sallust
Zarafet güzel şeydir, insanların dikkatlerinin üstünde toplanmasını sağlar ve ilgi çekici özelliğiyle önemli bir veri olarak algılanır. Hobi ve zaafların hassasiyeti sonucu ilk sıralarda değerlendirilen zarafet sadece fiziksel özelliklerde değildir. Zarafetin bir diğer özelliği düşünce dünyasını süslemesidir, süslü düşünce dünyasının perspektifi anlamı kadar çok derin ve büyüktür. 360 derece gibi çok geniş pencereden bakmak kadar büyük bir atmosferi kontrol altında tutmak ve bunu yaparken de hiçbir güzelliği gözden kaçırmama zarafetini göstermektir. Beğenilerle karşılanan zarif değerler gözden kaçarsa ne önemi var güzelliklerin “ki biz bunu farkında olmadan, ancak çok gerekli bir ihtiyaç gibi ararız” diye düşünür ve kendimizi güzelliklere karşı sınırlarız.
Stres en çok yeteneklerimizi kullanmadığımız zaman yaşamak zorunda kaldığımız bir duydu. Sadece yeteneklerimizi kullanmamakla kalmayıp, yanlış yetenek kullanımı da aynı oranda etkili olmaktadır. Aşırı güven, güven sonucu gereken dikkatin ve özenin gösterilmemesi gibi konuyu ciddiye almamak, yapmamız gerekenler konusundaki hatalar eksikliklerin olasılığını arttırır ve sonunda stres kendini hissettirir.
Konuşulması kolay, ama gerçekleştirilmesi zor… Oldukça uzun bir süreç… Problemler, zorluklar, düşünülmeyen sürpriz gelişmeler, beklenmedik karışıklıklar. “Yaşa da gör” diye iç geçirmek, yeni başlangıçları tetiklemediği sürece özgüven konusunda zamana ve içsel desteğe ihtiyacınız var demektir.
Yeteneklerimizi genellikle elde etme güdüsü olarak kullanırız, bu bir yerde istediğimiz şeye sahip olmanın baskın duygusu olarak kendini gösterir. Sadece istemenin yetmediği, düşünmeden yapılan çabaların insanı strese sokmasından başka bir şeye yaramadığının farkına varıncaya kadar geçen zaman, daha da ileriye giderek insanı megaloman düşüncelere iter. Buradaki hassas konu; ne yapmak istersek isteyelim şartlanma bilimi davranışı olan önyargılar, alışkanlıklar gibi değişmesi çok zor olan saplantıların değiştirilmesidir. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu vardır; o da çok istemektir, çok istemek ise değişim mantığını kabul ederek değişime uyum sağlanması konusundaki içtenlik çabalarıdır. Değişim eski değerlerin bir kenara bırakılması olarak düşünülmemeli, sadece eski değerlere yenilerini ekleyerek daha cazip hale getirmek düşüncesini içermeli ve değişim heyecanı öncesi duygusunun hissedilmesidir. Yoksa arkanızda bırakacağınız bazı alışkanlıkların eksikliğini hissederseniz. Doğru olan ve değişmesini istediğiniz değişimi asla başlatamazsınız. Eskiye özlemin nostaljik öyküsüne bakarsanız, değişim rüzgârlarının yıkıcı yanı bile size hoş gelir. Bazen eskiye özlem, bazen alışkanlıkların ruhumuzdaki yerinin boşluğu bizi tedirgin eder ve bir sürü sorularla karşılaşırız. Eğer istediklerimizi iyi yönlendiremez ve duygularımızı pozitif kullanamazsak, yapmak istediğimiz şeyde başarılı olamayız ve tek kelimelik bir sorunu yaratmış oluruz. Bu sorunun adına tahmin edeceğiniz gibi “stres” denir.
Coşku, zekâdan daha önemlidir.
Einstein
Strateji, yön belirleme konusunda yaratıcı plan özelliği taşıyan, az da olsa bilinçli bir çalışma sayılır. Stratejiye bilimsellik kazandıran ise hedefe giden en doğru, en emin ve en kestime yoldur ki, içerisinde marjinal uygulamaların yarattığı bir takım avantajlar vardır. Ancak çok iyi algılanması ve uygulama aşamasındaki özen çok önemlidir. Bu ulaşılmak istenen hedefin değeriyle de ölçülür, büyük hedef büyük düşünmek, büyük işler başarmak gibi. Ben bunu başarmanın insana yakışan özelliği olarak algılıyorum. Beyinde beliren isteğin yüze yansıyan heyecan mimiklerinin güzelliği gibi aynen zihne de yakışmasıdır.
Yeteneklerimizi kullanmamanın keşkelerinde kendimize “affedersin ben senin farkına varmamışım, kim olduğumu, yeteneklerimin boyutlarını, yanı başımdaki gücümün farkına varamamışım” diyebilme cesaretini gösterdiğimiz zaman yeteneklerimizi kullanma aşamasına gelmişiz demektir. Bunu bazen bir şimşek çakması gibi algılar, bazen bir mucit gibi keşfederiz; ama her şeye rağmen algılamamız sonucu vereceğimiz kararda ısrarcı olmamız gerekir. Hayatın birçok aşamasında yeni başlayan bir amatör gibi ya da bir takım ideallerin rüzgârlarını hisseden bir öğretmen gibi, hayatımıza yön vermenin farkında dahi olmadan yaşam uğrunda vereceğimiz çabalar içerisinde boğuluruz. Hayatta sevgi olarak algılanan bu duygu aslında bizi birçok şeyi yapma konusunda istekli kılar.